Aylardır 24 yaşındayım. İnsan bir yaşıyla en az on iki ay geçirirken yalnızca tek bir günde kendini biraz daha büyümüş hissedebilir. Ben artık anlıyordum ki, kimseye bir şeyler anlatmayacak kadar büyümüştüm. İstek ve ihtiyaçlarımı dile getirmek beni inanılmaz bir suçluluk duygusuna sokuyordu. Bu sebepsiz utançtan kurtulmanın bir yolunu bulamadığım gibi artık aramak azmini ve bulmak umudunu da çoktan yitirmiştim. 


İnsan sahip olamadığı her şeyi aynı zamanda kaybedebilir. Katili bile olabilir sahibi olmadığı her şeyin. Bütün deliller beni gösteriyordu. Suç ortaklarım kendilerine hatrı sayılır dostlar ve kaçak gidiş yollarını çoktan bulmuştu. Ne zaman "Bu işi birlikte yaptık." demeye kalksam vicdanlarının sesi benimkinden yüksek çıkıyordu. Ve ben artık vicdanımın sesini yormak istemediğim için onlardan kaçabildikçe kaçıyordum. Eninde sonunda kaybeden, vicdanım ve ben oluyorduk. Başka bir yerden bakarsak buna, suç ortağım vicdanım bile olabilirdi. Başkalarını boşuna suçluyor, kendime daha görünür bir ortak arıyor da olabilirdim. 


Suçlu vicdanım ise onu her şeye karşı bu kadar duyarlı hâle getiren neydi? Tanrım beni diğerlerinden daha hassas bir kalple yaratmışsa bu tam olarak kime haksızlık sayılırdı? Belli ki bana. En azından kendine suç ortağı arayan yalnızca ben olduğum için. Yalnız olduğum için...


Çocukluğumdan beri çok güçlü duygular beslediğim her şeye karşı, eğer elde edemiyorsam hissettiğim o güçlü duyguların yerini yine çok güçlü duygulara bırakıyordum. Bunu kendimden habersiz yapıyordum. Fakat artık farkına varacak kadar büyümüştüm. Çok sevdiğim bir şey beni o kadar da sevmiyorsa artık ona müthiş bir nefret beslemeliydim. Görmezden gelmeliydim belki de. Evet, artık beni sevemezsiniz. Çünkü sevmiyorum kendimi. Size beni iyileştirme hakkını vermiyorum. Çünkü iyileşmek zorunda kalmamalıydım. Güzel dilekler, dualar ya da evrenin dört bir yanına kalıplaşmış teorilerle gönderdiğiniz o olumlamaların içine dahil olamam. Çünkü ben tüm bu istek ve arzuların kendisiydim. Hepsini başarabilecek bir azme yaradılıştan sahiptim. 


Belki de değildim öyle değil mi? Bu da basit bir denklem. Denemek, yanılmak, yine denemek ve yanılmak. Böylece bir suç ortağına ihtiyacım olmayacaktı. Çünkü yalnız tırmandığım bu yerden, inerken düşebilirdim. Ardımda beni bekleyen birinin olmadığını bilerek tırmanırdım. 


Kendime dair beslediğim en iyi duygu her şeye rağmen hayatta kalabilmeyi başarmış olmak. Bu bir güç. Bu maddeyi ve manayı aşmış bir hâlde dünyanın en gösterişli tahtında oturmak gibi. Orada oturduğumu kimse görmüyor olabilir. Fakat görünmemek de bir yetenek. Bilmiyorum.. Belki de başka anlamlar arıyorum burada oluşuma. 


Burada olmak bir güç demiştik. Madde ve manayı atlamış olmak iyi bir şey demiştik. Burada olmaktan vazgeçmek ve bu iki kavramı mağlup bir şekilde ardında bırakmak da bir büyük güç diyebiliriz. Bence insanın bedenini yok etmesi bir başkasına verilebilecek bir ceza değil. Bu alemde ruhunun kayıp parçasını bulamaması demek. Tam bu noktada başka bir alemin varlığına inandığımı beyan etmiş de sayılabilirim. Eğer sınavlar ve değerlendirmeler kişinin karakteristik davranışları ile kanaat kullanılarak gerçekleştirilecekse; kurallar ve cezalar da kişinin özel durumları göz önünde bulundurularak yapılmalı diye düşünüyorum. Bazılarına göre haddimi aşmış sayılabilirim. Fakat hem şartlar eşit değil hem de aynı hedefe ulaşmamız isteniyor. Gidiş yolu da çok önemli, anlıyorum. İsyan değil tam olarak fakat ince bir sitem içerisindeyim. İlahi adaletten cevap beklemek sahip olduğum toplum stereotipleri için biraz ürkütücü geliyor. Çünkü ben muazzam yaratıcının kusurlu yarattığı bir parça olarak şüpheye değerim, fakat ondan şüphe etmek imkansız. 


Anlıyorum, bunlar mantıkla anlaşılabilecek şeyler değil. Rahmani bir şekilde anlamadıkça, insan şüphenin mucidi olan şeytanla iş birliği içerisine girebiliyor. Yalnız ben diyorum ki, her gün evinde kan olan bir öğrencinin dersten aldığı verim ile, bir diğer iyi aile çocuğu aynı verimi alamaz. Kağıtlar okunurken puanlama her iki öğrenciye de eşit yapılır. Kimse diğeri daha zor şartlarda bu sınava hazırlandığı için ona fazladan zaman tanımaz, ipucu vermez, kanaat kullanmaz. Aksine hayatın kanaati iyi sonuçlara ulaşan insanlar içindir. Yani basit olan kısım için. Birinin benden daha basit biri olduğu için benden daha mutlu olmayı hak ettiğinde, daha iyi yemekler yiyip, daha çok saygı gördüğünde esnafın teraziye parmak bastığını düşünmek aptalca değil. Bunun hadsizlik olduğunu düşündüğüm zamanlar henüz beynimin bıngıldağının tam olarak oluşmadığı zamanlardı belki de. Bu da benden önceki nesillerin hâlâ gelişmemiş bıngıldaklarını ve bedensel yok oluşlarını yaşamadan gerçekleşmeyecek bir şey olduğunu gösteriyor.


Daha basit bir dille. Sizden bilgiliyim diyemem fakat sizden daha az cahilim. Beni buraya düşünmek ve anlamak için gönderen bir Tanrıyı sorgulamayı ayıp bulmuyorum. Beni yarattığı için O'na şükretmeyi mantıklı bulmuyorum. Bu alemde bana uygun bir şeyler de yaratmalıydı belki de. Benden daha üstün olduğuna şüphesiz inanıyorum. Bu da benim Tanrı olamayacak olmamla doğru orantılı. Merhamet sahibi olduğuna inanıyorum ama buna alıştığım için mi inanıyorum emin değilim. Bence biz insanların başına gelene boyun eğmesi biraz gösteriş. Başka bir çaren yok çünkü. Fakat çaresizlerin çaresi diye bir yerden durmadan talepte bulunuyoruz. Beni var ediyor, beni başkalarıyla aynı imkanlarda yaratabilirken yaratmıyor. Burada tevekkül devreye girmeli bunu da öğrendik. Ben Afrika'da bir çocuğum, ben o çocuğun ailesiyim ya da ben o çocuğu kurtarmayanım. Hangisi olsam da diğerine eşit değilim öyle değil mi? Burada benden beklenen tevekkül miktarı da ötekinden beklenen tevekkül miktarına eşit değil. Ben açım, yoksulum, fazla zenginim ya da. Tüm bunlar yetmez gibi, ruhumu, bedenimi dünyada bunca acı hiç yormamış gibi; ellerimi açmalı, alnımı dayamalı, boynumu eğmeliyim. Benden seni sevmemi istiyorsun Allah'ım. Beni yaratırken iyi şartlarda yaratmamak da senin bir seçimin değil miydi? Ben de açlıktan kıvranırken mesela Senden beni sevmeni istiyorum. Bunları talep ederken Senin bana verdiğin irade, akıl ve kalbi kullanıyorum. Bunları sorma gücünü senden alıyorsam, sorduklarım için ceza almamalıyım öyle değil mi? 


Biliyorum ki iman denen şey şüpheyle aynı yolda ilerleyemez, kalbim bunu kabul edebilir ancak aklım mevcut koşullarımda buna razı gelemez. Ben bu koşulları değiştirmek için ne mi yaptım? Her şeyin O'ndan geleceğine ve O'na döneceğime inandım. Onu tanımak istedim. Onunla arkadaş oldum. Beni iyi şartlarda yaratmadığı için O'na hiç sitemkâr davranmadım. O ne yapacak? Ben yorulup pes ettiğim için, bunları sorma haddini kendimde bulduğum için beni yakacak öyle diyebilir miyiz? Bir başkası çok daha iyi şartlarda yaratıldığı ve kötüyü görmeden iyiye sahip olduğu için onun şükürsüzlüğü için de onu yakacak öyle değil mi? Dolayısıyla bu yardım çağrısını mevcut düzen için talep ediyorum. Kendim için değil. Bana verdiğin akılla Sana önerilerde bulunamam Allah'ım. Ama bana verdiğin akılla tüm bunları sorgulayabilirim. Senden bizi sevmeni isteyebilirim.