Mevsimlerden sonbahar aylardan Eylül’ün son haftası.

 Eylül diğer ayların hiçbirine benzemiyor. İçerisinde birçok maneviyatı barındıran bu ay, içerimde garip bir hissiyat bırakıyor.

Yapraklar, elveda türkülerini söyleyerek havada en güzel raksını yapıyor ve geldiği toprağa bırakıyor kendini.

Yüzüme usulca sokulan rüzgârın öpücüğü; yalnızlığımı, sevilmenin ne demek olduğunu hatırlatırcasına tatlı bir serinlik veriyor.

Eylül ayında, siz hiç ölümle yan yana sokularak sokaklarda öylece yürüdünüz mü?

Ben yürüyorum…

“Ölüm insanın ensesinde ve her tarafında” derler.

Bir de “zamanı geldiğinde” diye de şart koşarlar… Azrail’e atmışlar bu suçu.

Hayır!

Ölüm benim ensemde ve her anımda değil.

Ölüm benim yanımda.

Yanı başımda kadim bir dost gibi yürüyor benimle bir Eylül akşamında. Loş ışıkların vermiş olduğu romantizmin eşliğinde ıssız gece caddelerinde rüzgârın sürüklediği sarı yaprakların hışırtısı arasında yürüyoruz onunla. Hiç hissetmediğim kadar hissedebiliyordum artık ölümü. Onun samimiyetini ve kurtarıcı ruhunu iliklerime kadar süzüldüğünü kabullenerek hissediyorum hem de…