Buz parçasını yere fırlattım. Düştüğü yerin yöresi alev aldı. Kuduruk sam yeli gür kılmıştı dumanların hırıltısını. Harp yorgunlarının elleri tarafından bilendi ucu kıldan ince hançerler. Yıldızları yırtabilecek denli sivri ve merhametsizdiler. Bu yüzden gece köşe bucak kaçtı onların kudretinden. Mikail'in kanatları kana çalıyordu.

 Buz parçası erirken Ianthe'nin acı dolu iniltileri koruda yankılandı. Çığlıklar yine o kahrolası pervanenin sesine evrildi. Ağaçlar fuvarlara, çalılıklar parkelere, erimekten olan buz parçası kanlı kara sedire. Sonra takvim, sonra pencereden süzulen sonsuz Güneş ışığı; sonra acı, sonra acı.

      Paçalarımdan onulmaz bir bezginlik boşanıyor. Şafak sökümüne beş kala yapraklara düşen çiyler gibi ağıp gökle bütünleşeyim isterdim; üşüyeyim mavilrr boyu, üşüyeyim ki hasretin yüreğimde boylanmasınla müsaade etme cüretine bulunabileceğimin kanıtını yoldaşlarımın gözleri önüne serebileyim ve ağlayayım saatlerce. Durmaksızın.

Aslında, bakın:

O tahammüliyeti imkansız şeylerden biri de, kişinin, ansızın insan olduğunun bilincine varmasıyla birlikte son damlasına kadar kanında duyumsamaya zorunlu kılındığı o sağır edici sessizliktir. Bununla birlikte hahamları ahlaklı, ayyaşları patavatsız kılan şey insanı insan yapan şeyle aynıdır; yaşama meyli, günah işleme dürtüsü, umutsuzluk, papatyalar, güller. Öyleyse mühim olan izdüşümler yaratma yetisi ile mevsuf olmak değil, her an ölmeye amade vaziyette var olmaktır.


Elzem olan bu işte! Yaşamak değil, kelimenin tam anlamıyla, gerçekten var olmak.