Ne idüğü belirsiz bir kaldırımın bozuk dikey ve yatay çizgileri arasında bir çiçek var. Henüz tomurcuklanmış, yeşili turuncuya yakın, tomurcuğu içinde güzel ve hafif bir mor bekliyor. Büyüdüğünde kıvırılacak, kendini saracak, göğe ve sonra sağına, soluna dağıldığında öylece yanından geçip gidilecek bir şey olmaktan çıkacak. Fotoğrafını çekenler veya koparıp saçına, kıyafetine takanlar olacak. Şimdi ne idüğü belirsiz bir tomurcuktan ibaret. Kaldırımın toprağa kayan tarafında ise bir kaplumbağa var. Yaşlı, kırışık, ağır. Gözleri çok küçük, çenesi büyük, altın orandan uzak, çirkin bir kaplumbağa. Sırtındaki kabuk taş gibi sert, içi yılların kokusunu taşıyor.
Kaplumbağa kaldırımın burasına her gelişinde tomurcuğa uzun uzun bakar. Ölümünü ve doğuşunu izleyeceğinin farkındadır, bilmeksizin. Çenesini havaya tutar, onu daha iyi görebilmek için kafasını epey çıkarmıştır kabuğundan. Bir fotoğrafçı bu anı ölümsüz kılmak istediğinde kaplumbağa çekinir ve içine kaçar. Tomurcuk yıllardır açmamıştır, doğumunu öyle bekletmiştir ki artık doğmak zorunluğundan kurtulmuş gibidir. Bir vakit kaplumbağa, gece vakti, kimseler yokken, çiçeğe yaklaşır. Burnu tomurcuğun yeşil çehresine değer. Turuncu çizgiler gözlerinde ateş gibi yansımıştır. Gökte yıldız yoktur, keskin bir soğuk ve habersiz gözlemci kafeinli birasını yudumluyordur. Bitkinin kokusunu içine çeker kaplumbağa, kabuğunun içindeki sümüksü salgı titrer. Ve arkadaşları gözlemciyi gecenin devamı için bir ev partisine davet ettiğinde gözlemci sallanmaktadır, kafasını iki yana götürür sakince. Kaplumbağanın küçük kara gözleri çiçeğin etrafında döner, gözlemci etrafında dönüp barın seslerini soğurur, tıpkı bir kara delik gibi; yaşamın, ölümün, seksin ve mutsuzluğun gürültüsünü. Tomurcuk kıpırdamıyor, insanlar öyle çok hareket halindeki artık kıpırdamıyor. Kaldırımdaki adımlar kendinden geçmiştir, bir döngünün içinde adımlarının çıktığı her yer bir ev partisidir. Kulaklarında basık bir uğultu ve dudakları bilmek istemedikleri cevaplara ilgiyle yaklaşıyor. Şuh kahkahaların içinde sümüksü yalnızlık, kıpırtıları bir solucan gibi iktidarsız ve şaşkın. Bozuk dikey ve yatayların arasında kasetten kopmuş plastik savruluş. Bir çocuğun ağzına götürdüğü ve yaktığı bütün bir geçmiş. Tomurcuk büyümesini durdurmuş, kaplumbağa sesleri duyup kabuğuna giriyor, çünkü o hala yaşıyor. Gözlemci sızmış ve artık hiçbir şeyden haberi yok. Çıt çıt sesleri. Yeşil ve turuncu iç içe geçtiğinde, rüzgar uğulduyorken, soğuk keskinliğini yitirse de, gök kıvrılıp kristalleşmekte. Kendini saracak bir yan arıyor. Kara deliğin altında veya üstünde, sağına ve soluna dağılacak yeri arıyor. Gözleri küçük, kaderi mavi; fotoğrafını çekecek veya kahırla üstünde gezinen bir avuç topak, hiçbir yere varamasalar da, kendilerini durdurabilecekleri o anı arayan. Göğün altında veya üstünde, bir milimetrelik açılarla görüp bakılabildiğinde kestirilebilecek kendi uzamında, ağır aksak işleyen bir saat gibi, bir şey, sırtındaki zamanı algılamakta kaderi, hala yaşıyor ve yokluğuna inanmak isteyebilir. Ne idüğü belirsiz bir yerde, hiçbiri kendini kendinden daha iyi kandıramıyor.