Babam hep şöyle derdi “böyle gidersen bir gün yalnız kalacaksın.” Haliyle bir baba olarak beni düşünüyordu. Fakat yalnızlığın kıymetini hiç sorgulamış mıydı? Kime ihtiyaç duyar bir insan yalnız kaldığında? Anneye, babaya, kardeşe, arkadaşa, sana? İyi hoş, ilk babam yalnız bırakmıştı beni. Yani öyleymiş, çocukmuşum ya hani; büyüyünce anlatılacakmış, baban ölünce çıkacakmış ortaya. Kızmadım ona, yaşasaydı da kızmadım. Ama böyle birine dönüşmemde payı var mıydı? Hani vardı ya bir halk ordinaryüsü, bunu iddia etmişti son zamanlarında. Kendi söküğünü onarmayı becerememiş ama herkese yamaların nasıl dikileceğini anlatan. Peki haklı olabilir miydi? Belki. Ama önce kendini ve yavrusunu görebilmeliydi. Ayrıca benden tek isteği de sadece yüz güldürebilmemdi. Kendisi başarabilmiş miydi? Yüz güldürme konusunda gamzesi olmayanın gamzelerini çıkarabildiğimden haberi var mıydı? Peki ya kendisinden daha çok, onlardan daha çok güldürdüğümden? Hepsi birer silik hikaye şimdilerde…


Yalnızlık diyordum: hiçbir zaman yolun sonu olmamıştı. Abartıldığı kadar yeraltındaki bir sığınak değildi. Aşinaydım ben senden önce de. Çırpınmadım hiç, tutunmak istemedim kimseye. Çünkü biliyordum, dilenmenin kök salmakla bağlantısı yoktu. Sormazdı kimse ne hissediyorsun diye, basıp geçerlerdi, alıp giderlerdi istediklerini. Doğru olan demlenmek değil miydi? Peki neden beceremez insan? Ee gidelim geçmişe yine! Babaya mı soralım, anneye mi? Hangisinin suçuydu böyle olmasına neden olan? Onları suçlayarak hayatın anlamını, kendi anlamını çözmeye çalışmak kaybolmakla sonuçlanırdı. Varken de yok gibiydiler, benim gibiydiler. Haklıydı belki de psikoloji bilimi. Peki ama savaşın mı bitmişti yoksa ben figüran olduğumu mu anlamıştım?


Günü gelen pişmanlıkların birinde insan soracak kendisine: neden yalnız kalmayı başaramadım diye. Neden yankılanmadı duvarlarımda hıçkırıklarım, neden yatağın en ucundaki soğukluğu hissedemedim diye. Daha da uzatayım mı? Hani aklınıza gelmez, belki bir empati falan? Hiç yoktan sempati? Çünkü hiç görmedim ben, ani kalkışların başarılı inişlerini. Dedim ya: günü gelen pişmanlıklar. Düne saygı duyulmayıp yoksayılmış, bugüne çirkin tebessümler atılmış, yarına ise köksüz güzellemeler salınmış…


Yazdıklarımdan bağımsız söylemek isterim ki bugün bir dönüm noktası benim için. Eğer bu satırları okuduysanız yüzünüzü aya dönüp, benim için gülümsemenizi isteyeceğim. Ay burcu yengeç olan bir kadın benim için gülümsemişti ay dedeye. Beni tanımamakla birlikte, bütün iyi dileklerinizi bir mahsun gülümsemeyle ay dedeye gönderirseniz beni çok mutlu edebilirsiniz. Çünkü anladım ki benden başka kimsenin gülümsemeye ihtiyacı kalmamış. Fazlasıyla varmış, açılmış, saçılmış… Satır aralarının değil, tüm satırların bana ait olduğunu anlamam daha dün gibiydi. Ama bugün önemini mora çalan bir Sezen Aksu şarkısıyla yitirdi.