i. geri dönemem
kılıç kınını kesti, kan karıştı toprağa
kaburgama külfetti kabuğum
tek hamlede kırdım
sepya bir boşluğa zincirlenen ayaklarıma
şehir yollarında yürüme özgürlüğü aşıladım
geri dönemem.
nadasa yatırdığım varlığım uyandı artık
yanlış toprağa atıldığını tohumumun
geç oldu ama anladım
geri dönemem.
toprağı delmiş bulundum
ii. anne
doğdum
semavi bir tını kuşanan
ve herkesten gizlediği bir sesle
çağırdı adımı annem
beni,
eline ilmeklenmiş
bir iğneyle büyüttü
bulutlara bakmayı öğretti bana
bir gülü büyütmenin inceliklerini
ve iki kere ikinin ederini
gölgeme tüneyen cinleri
göğsünden göğe yayılan bir duayla kovardı
annem alaylıydı benim
eskimiş bir sandığı vardı
palazlandıkça ben
bir parçamı koparıp orada saklardı
büyümezdim bu yüzden
bu taşlara sığamayacağımı bilirdi
bilirdi eşelediğim toprakta
paslı anahtarını bulacağımı gitmenin
annem,
bir kağnının sol yanından uçuruma yuvarlandı
önce kalbini duyduk, sonra bulduk kendini
iii. kuyu
kuşların imtihanı kırık kanatlardır,
ve insanın merhametine sığınırlar
insan başını kaldırıp göğe bakmadıkça
kuşlar kanatlarından olurlar
dedim, benim bu toprakta işim yok artık
gök üzerime abanıyor
sancıtan bir pus kapladı zihnimi
körelten bir keder
dedim,
anne
göğsüme mavzerlenmiş şu cinleri
çıkar at içimden
yoksa dikişlerimi koparacağım
hangi suya baksam yüzüm afaki
ben şimdi kime inanacağım?
kuyusunu zırh bellemiş bir yusuf değilsem ben
ki değilim –
genzime dolan bu peygamber kokusu da kimin
anne,
bir büyük boşlukta devinen hıçkırıklarımı
neden kimse duymuyor?
ve neden? ölmeye bilenirken ben
babam yollarıma mayınlar dolduruyor.
iv. baba
babam,
toprağın ruhu olduğunu bilirdi
konuşarak severdi kart çınarları
ve bir çiçeği konuşarak yeşertirdi
kekemeydi mevsimler onun gözünde
gülerdi, ve gülmek
yavru kuşlara uçmayı öğreten
dingin bir rüzgâr olurdu
sularda bakardı yüzünün çizgilerine
yaşlandıkça babam, sular kirlenirdi.
benim bu ellerim emanet, derdi
gün gelecek sana vereceğim
şu aciz bedenim emanet
gün gelecek o’na gideceğim.
pusun dünyaya hükmettiği bir akşamüstü
duyunca kaçıncı kez ölüm haberini
suyunu tüketmiş bir ırmak gibi kendine çekildi
kıyısına konuşlanmış ağaçları besleyemez oldu
ve bağrındaki taşlar
belirginleşti bir hayli
babam,
ki dikenlerle bezelidir eli
ve tırnakları topraktan yaratılmıştır.
dokuz kalibre bir delik açtı nüfus tabelasına
bu, gideni uğurlama biçimidir taşrada.
v. bavulumda horasan türküleri
birazdan tren gelecek
birazdan yolcular, onları uğurlayanlar
bir kirpik yere düşerken görülecek belki
bir çocuk ağlayacak.
birazdan tren gelecek
yağmur sonrası kuş cıvıltıları
doğan güneş, gökkuşağı.
biletimi göstereceğim görevli memura
hiç şehre gitmiş midir acaba?-
sormayacak neden böylesine geç kaldığımı
söylemeyeceğim ben de.
gecikmişliğin flaması bavulumda saklı.
topraktan yollarına son kez bakacağım
son kez soluyacağım tadını kasabanın
attığım her adım avuçlarımda ter
taşra: yüreğimin sancısı
birazdan tren gelecek
ve yeniden doğuracak beni
özgürlüğe değecek ellerim;
ellerim. yeniden keşfedeceğim.
vi. her yanda hürriyet
başımın üstünde uçuşan şu kuşlar
hürriyetin habercisidir.
şu yağmur bir başka. şu güneş.
şu denizdir maviye adını veren,
başka.
bir yerlere bakmaya yetişemiyorum
bir yerler kaçıyor gözlerimden.
her renk bir resim oluveriyor.
anlatan binalar çiçekli pencereler
yorgun iş hanları mukaddes minareler
sesler sesler sesler
yanımdan ıslık çalarak bir kedi geçiyor
fötr şapkalı adam
kemanıyla insanlara günaydın diyor, günaydın
güzel kadının ağzında duru bir şiir
okuyor gökyüzüne bakarak
ve kadınlar
kısa etekli, memeleri apaçık
güleç yüzlerinde şehrin yansıması.
topraktan yonttuğum bu bedenimle
beni de yazın sokaklarınıza
bir başkasıyım artık yanınızda
vii. zaman sonra
zaman,
pencerenin kenarına iliştirdiği
gıcırdayan sandalyesinde bütün gün
yorgun gözleriyle sokağı izleyen
yaşlı bir kadın gibi
aktı saydam kırıntılarından
ağır ama hareketsiz değil.
bir evim oldu
tek oda iki pencere derme
kira dörtyüz lira
tezgah üstü ve birkaç duvar dibi karıncalara ait
üçlü koltuk ve ince televizyon bana
-yemekler ortak
her gün şehirli aynama bakıyorum
kokular sürünüyorum evden çıkmadan
taşralı geçmişimi, keçi boku ve tezek kokusunu
loş ışıklarda acımasız taşlarla öldürdüğüm
kurbağaların aşina olmadığım renkteki kanlarını
elime ve ağzıma zamklanan her şeyi
gizliyor, biliyorum.
alelacele yürüyen insanların arasına
karışıyorum bazen, kalabalık oluyorum
tüm bu gürültüleri ve yetişebilmek hazzını duydukça
yaşıyorum, diyorum.
şimdi, orada ayıplanan, taşlanan o yere
kuşanıp korkusuzluğumu
kendimin tarihini baştan yazmaya gidiyorum.
viii. genelev
yanımda bir kadın yatıyor
elli liraya anadan doğma çıplak
mavi denizlerden ve mavi göklerden
yani birbirinin aynı olan her şeyden daha farklı
baktığım boş tavan, zamanın sorgusuz işleyişi
gecenin ıssız rengi, ışığın titremesi farklı
koydum başını omzuma, anlat dedim,
bir vizite dinlemek elli lira
onaltısında bulaşmış buna,
ekmeğin yabanına talim, suyun soğuğunda titrek
kırık camlardan vuran rüzgâr zatürre etmiş körpe bedenini
tak etmiş canına, fakirlik eteklerini kemirmiş
kaçmış gelmiş buraya.
beş çocuğu olmuş, doğurmuş sonuncuyu
şimdi üç yaşındaymış sıpa.
bırakacağım diyor artık, ama ne iş yapılır bilmem başka
bak şu denizler mavidir, şu uçsuz gök mavi
balıklar tutsak denizde, semada kuşların nefesi kesilmekte
tersi olsaydı bunun, değişir miydi dünya?
yanımda bir kadın yatıyor
bilgeliği elli lira.
ix. bulantı
boğazımda bir kuru boşluk
sorular ve yığınla kargaşa.
bu his. hiç tanımadığım.
tezatlık dolu bir şiirin içinde
anlam bulma arayışı.
mavi deniz, mavi gökler
farklı değil ikisi de birbirinden.
midem bulanıyor.
oysa daha on dakika önce
bir kadının rahmine açmıştım tüm sırlarımı
gök her zamankinden daha şaşaalı
belli belirsiz iki üç yıldız
-bilseydim şehirde azınlık kaldıklarını
damdan topladıklarımı getirirdim yanımda
ince bulut tabakası
alçak irtifada uykusuz martılar
ayaklarım titriyor; uzak değil yığınların sesi
ama yokuşun sonunda serilip kalmak da mümkün yere
tekrar karışmak da aralarına.
yürümeliyim.
sokaklar arşınladıkça açılır belki zihnim
yıldızlar kaybolmak üzere ama az kaldı ışığa varmama.
sağımda bir şarapçı
yüzündeki çizgilerin siyah kirlerle betimlendiği
yaşlı bir adam. elinde bitmeye meyilli şarabı.
sigarasının sararttığı bıyığı sararmaya devam ediyor:
benim bu göğsüm saydam yaratılmıştır, diyor
şuraya baktın mı görebilirsin içimi.
hanginiz cesaret edip de
açar içini kendinden başkasına
kendinden başka kim anlar kendini.
kusuyor.
bulantı.
solumda titreyen sokak köpeği
ince kartonun üstünde
bir çocuğu ısıtıyor.
belki de tam tersi.
küçük adımlar kaldı.
gayret. kusmamalıyım.
bir daha görmedim ıslık çalan kedilerden
kuşlar, başımın üstünde uçuşanlardan çok farklı
kaç kere geçtimse de garlardan,
bulamadım hiç fötr şapkalı kemancı
düş müydü şiir okuyan o zarif kadın?
hayır, hayır
işte insan yığınları,
normal olan bu, normal olan bu.
gözlerini sabitle ve şık giyimli birini takip et
işte korunaklı bir yaşamın sırrı.
saat on iki sıfır yedi elli sekiz
eve gitmeliyim.
x. huzursuzluk yolculuk ediyor
sımsıkı kavradım anahtarımı
avucumda göstermelik, solgun bir mor.
aynaya baktım, eksilmemiş kisvem.
ama nabzım olağan atışında değil hâlâ.
başka bir kapının ardında durur yaşamak.
çocuktum. uzaklardan,
sık aralıklarla tekrarlanan bu çağrıya
kulak kesilirdim her defasında
başka bir kapının ardında durur yaşamak.
inanmıştım. üstelik bulmuştum da anahtarını
ellerimle kazıyıp toprağı, çıkarmıştım. paslı.
ama bu gün sanki
bir çizginin yanlış tarafındayım.
huzursuzluk yolculuk ediyor damarlarımda.
yalnızım. yaşlanıyor da yaşamıyor gibiyim.
öyle sığıntı duruyorum ki koltukta, ufalmış bedenim.
ben varken üç kişi daha sığar.
sorular dönüyor boşlukta
sorular sorular gözlerimin etrafında
doğduğun yer değildi, uğruna savaştığın da
peki, evin neresi?
xi. yanılsama
artık bir noktayım oradan bakınca
belli belirsiz görülen silüetimle
bir hikayenin sonuna yaklaşmaktayım.
uzayan gölgemde kendimi arıyorum akşamüstleri
köprülere çıkıp şehre bakıyorum, sarkıyorum bazen
heyecansız. nötr bir girişim.
artık ışıklar da ilgimi çekmiyor.
şafak sökmeden kalkıp gidenler görüyorum
gidenler nereye?
ağır bavullarında gıcır gıcır kelimeler
zafer türküleri, erişecek olmanın hazzı.
savruluyorum, kalkmakta olan trenlerin rüzgarıyla
gitsinler.
nicedir bakmıyorum sulara
muhakkak eskitmiştir yüzümü aynalar
kimliğimi yaktım. aynamı kırdım. babamı anladım.
insan, yanlışı bulmadan erişemiyormuş aslolana
ama gerçek belirmiyormuş ölüm yaklaşmadıkça.
yansımalara kanıyormuşuz.
xii. asfalt ve asfalt kokusu
iki polis göz karartan fenerlerini
yüzüme doğrultup kimliğimi istedi
arıyorum, dedim, bulmak umuduyla geldim buraya
gazeteye, dediler, ilan ver
alırız yoksa bir sonrakinde içeri.
saati sordum.
yedi elli bir yirmi
gün acıyacak bana.
burnumda asfalt ve asfalt kokusu.
kaç zamandır sokakta uyuyorum
ince televizyonumu yok pahasına sattım.
üçlü koltuk ve diğer eşyaları da.
iç cebimde, annemin ömrünce çekilmiş tek fotoğrafı
sararmış ama eskitmemiş güzelliğinden
bir fotoğraf karesi bilsin isterdim kendindeki anlamı.
bazen yığınların arasına karışıyorum
neden bir anlamı yok
bunca hengamenin ortasında durup gözlerinize bakmamın
diye bağırıyorum.
neden bir anlamı yok bunca hengamenin ortasında durup
gözlerinize bakmamın.
anlamıyorlar.
xiii. muhakeme
denemedim sanmayın. istemedim de. ama olmadı.
her sabah pürtelaş yaptığınız utanç yürüyüşlerinizde yanınızdaydım
şık giyindim, işe gittim, kokular süründüm
lüks restoranlarda yemek yemeyi kendimden esirgemedim.
terliklerimi giydim, ayağımı uzattım, neşeli haberler seyrettim.
her akşam kuşanıp maskemi sizden biri oldum.
barlara girdim içkiler içtim pahalı köpekler sevdim
saatin kaç olduğundan haberim olmadı.
bayat gelen tüm esprilerinize güldüm.
acıklı hikayelerinize birkaç katre gözyaşı döktüm
size, siz dedim.
ama ağzıma oturmadı dil ve anlatım halleri
cümleleri de diğer her şey gibi
sizden ödünç almıştım.
buraya kadarmış.
hesap vermem gereken biri var
muhakemem başlamak üzere.
xiv. kan
mermi deldi tenimi
kan aktı asfalta
kaburgama külfet sandım kabuğumu,
keşke kırmasaydım.
sepya bir boşluğa aşina ayaklarımı
türlü renklerin olduğuna inandırdım.
geri dönemem.
babamı bir ahzanda bıraktım
ne taşrada ne şehirde
yeşermediğini tohumumun
geç oldu ama anladım
geri dönemem.
bir kere kirlenmiş bulundum.
xv. son
birazdan babam gelir, tutar yüreğimden
içime sığınan dokuz kalibre mermiyi
topraktan elleriyle söküp çıkartır, acısız. merhametiyle.
birazdan annem gelir, tutar ellerimden
aferin der, iyi ettin. gitmek yaşamaktır.
ama, der, keşke ölmeseydin.
mocan
2020-10-21T04:18:07+03:00⭐
Ozan Kapağan
2020-05-18T23:51:55+03:00çok teşekkürler. :)
delininbiri
2020-05-18T03:46:08+03:00Kaleminiz gerçekten çok sağlam, özgünlüğünüz, anlattıklarınızın hakikatle uyumu... Nutkum tutuldu doğrusu. Daha nice şiirlerinizi okumak dileğiyle, yüreğinize sağlık.
Ozan Kapağan
2020-05-17T11:49:28+03:00seyfullah, gece telegram'da bayağı dedikodu yaptık ama tekrar teşekkürler yorumun için. :)
Ozan Kapağan
2020-05-17T11:48:56+03:00Estağfurullah. teşekkür ederim yorumunuz için gözde hanım. :)
Ozan Kapağan
2020-05-17T11:48:00+03:00kayra kardeşim, çok teşekkür ederim, içime sinen şeyleri paylaşırım elbet. :)
Ozan Kapağan
2020-05-17T11:45:44+03:00erectus hocam, çok teşekkür ederim. neyin ne zaman çıkacağı belli olmuyor. bu şiirin ağır ağır işlemesi gerekiyordu. hiçbir zaman sabırsızlanıp 'hadi bitireyim' diyerek oturmadım. belki de lezzeti buradan geliyordur. :)
Ozan Kapağan
2020-05-17T11:40:05+03:00yazarken benim de gözümde film sahneleri canlanmıştı çoğu zaman. bir hikaye aktarmaya çalıştım, başarabildiysem ne mutlu. değerli yorumun için çok teşekkür ederim şimâl. :)
Ozan Kapağan
2020-05-17T11:36:12+03:00uykunuza mani olduysam affola, umarım deliksiz bir uyku çekmişsinizdir yasemin hanım. :) cansever en üste koyduğum şairlerden biridir -en tepedeki belki- teşekkür ederim değerli yorumunuz için. :)
Gözde Gökçe
2020-05-17T10:50:41+03:00Gerçek bir şairsiniz. Çok etkilendim. Tebrik ederim.
Kayra Neşad
2020-05-17T10:35:31+03:00Yirmi dört saatten fazladır uyumadım ve bu şiire denk geldim. Tüylerim diken diken okudum. Ben böyle sessiz bir haykırış böyle güzel bir isyan görmedim. Eline, kalemine sağlık. Bizi eserlerinden mahrum bırakma :)
Şimâl Doğançay
2020-05-17T04:09:04+03:00Tarif edecek sıfat bulamadım. Şiirden ziyade dört dörtlük bir filmin en büyüleyici karelerini okudum sanki. Her ayrıntı özenle seçilmiş ama öylesine bir günden öylesine bir an kadar da gerçek. Adının her harfinin hakkını vermişsin, tebrik ederim. Diline sağlık...
Ozan Kapağan
2020-05-17T03:00:24+03:00teşekkürler mocan. türküler, deyişler; şiirlerle bütündür. :)
mocan
2020-05-17T02:53:00+03:00Ne güzel, kulaklığımı arıyorum. Sevdiğim bi türkü var onunla birlikte bir daha okuyacağım :)
Ozan Kapağan
2020-05-17T02:50:01+03:00çok teşekkürler dostum. bu şiir için neredeyse 2 buçuk yıl çalıştım. aslında paylaşmayı düşünmüyordum şiir hakkında iyi kötü bir şeyler duymak istiyorum. eleştirirsen beni gerçekten mutlu edersin.
Muhammed Dalpalta
2020-05-17T02:43:06+03:00'Vay be...' diye bitirdim şiiri okumayı. Sonraları tekrar okumayı düşünüyorum. Belki de birkaç saatimi ayırıp tek tek eleştirebilirim her kısmı. Kaleminize sağlık.
Ozan Kapağan
2020-05-17T02:36:39+03:00teşekkür ederiim. uzun bir hikaye, kopukluk olmadan tamamlamaya çalıştım. kötü de olmadı galiba. :)