Fazla uzun bir ömrü nimet saymadım hiçbir zaman. Hayatın bir yaştan sonra mücadeleye dönüştüğünü anladığımdan bu yana tembelleştim. Sorunların bedeninle beraber büyüdüğünden bahsetmiyorum bile. Eğer senin de bu kadarı yeter dediğin günler yoksa ya gamsızsın ya da hayat omuzlarından tutup güzelce sarsmamış demektir bence. Her yaşın başka bir güzelliği varmış falan geçelim bunları. Cahilce bir mutluluktan bilge bir mutsuzluğa evrilmenin adı yaşlanmaktır işte, yüzyıllardır anlatıldığı gibi. Her şey tükenmek üzere var olur. Ölmek için doğar, bitmek için başlar. İnsan tükenir ve tüketir. Heyecanlarımızın son kullanma tarihleri vardır. Yeryüzünde nefes almaya başladıktan sonra yaşadığın süre hesaplanır da yitirdiklerin hesaplanmaz kimse tarafından. Bir çocuğun gözlerindeki ışık neden sönüp gider büyüdükçe? Merak edilecek tek bir şey kalmayana kadar yaşanmış bir hayat sönmüş bir ruhtur çünkü. Gözler ne kadar çok şeye şahit olmuşsa o kadar yorgun kapanır ömrün sonunda. İşte bu sebeple yaşlılığın da bir şans olduğunu düşünemem. Size verilen sürenin sonuna geldik dedikleri zaman tamam derim, hiç de itiraz etmem. Hayatın tadını kaçırmadan vedalaşmayı yeğlerim. Eskiden bir öğretmenim “İnsan duygularını saç tellerinde taşır.” demişti. Bu cümleyi duyduğum günden beri aynanın karşısına geçtiğimde gözlerim beyazlayan saç tellerime takılıyor. Hayatın kattığı her duyguyla beraber bir saç telimizin rengini kaybettiğini düşünüyorum ben de. Her tecrübeye bir parçamızı bırakarak ve biraz da eksilerek devam ediyoruz. Böylece ak saçlı bilgenin efsane olmadığına inanmaya başlıyorum ve tecrübelerini paylaşmak üzere onu rüyalarıma davet ediyorum. Ne zaman yaşlı biriyle oturup sohbet etsem cümleleri muhakkak geçmişle ilgili oluyor. Aslında döndüğü yerin eski zamanlar değil, kendi içi olduğunu anlıyorum. Zaman ilerlemiş, anıları solmuş da olsa biriktirdiği hisler hiçbir zaman kaybolmaz, onlar sadıktır. Hepimiz ömrümüz boyunca hislerimizin koleksiyoncusu değil miyiz zaten? Bu yüzden insana yaşama gücü veren bir sebebin de derin bir merak olduğuna inanırım. Merak ederek çıkılan yollar, tanışılan insanlar ve hatta yenilen yemekler bile acı tatlı izler bırakır. Çeşit çeşit hisler biriktiririz böylece. Hayatımız ışığını kaybettiğinde ilerlememiz için fener olurlar. Bazen de daha şimdiden devam edebilme gücümü kaybettiğim olur. Hayatın durak noktaları vardır ya hani içinizde en ufak bir istek bile kalmaz. İşte bunun gibi rotayı kestiremediğim günlerde başımı bir çocuğun kalbine koyarım. Bilirsiniz onlarınki yetişkinlerden hızlı atar. Gözlerine bakarım, ışıl ışıldır. Henüz çıkılmamış yolların başlangıcını görerek ve tazeliğini hissederek güç toplarım orada. Hiç olmazsa yeniden muhtelif kalp çarpıntıları bulurum. Tıpkı bir çocuk kalbi gibi yeniden içimin sesini duymak istediğimde yükseklere çıkarım, farklı hikayelere ortak olurum. Her gün nefes alıyorum ama işte bugün yaşıyorum diyebileceğim sebepler üretirim. Hayat, kalbimi hızlandıran anların toplamından oluşur benim için. Eksilmeden ve tüketmeden önce yakaladığım hislerle tamamlarım koleksiyonumu.