Ah eski günler, ne güzellerdi... Eskiler hep güzel olur, ileride bugünler de eski olacak; kim bilir belki bugünler de aslında güzeldir. Ne saçma düşünceler bunlar! Başkarakterimiz böyle düşündüğümüzü bilse yüzümüze bile bakmaz sevgili okur. O asla böyle şeyler düşünmez, "ucuz, normal insan fikirleri" der bunlara çünkü o mükemmeldir.


Mükemmel adamı anlatmaya nereden başlanır bilinmez fakat şu an nerededir bunu çok iyi biliriz. İşte kütüphanenin kapısında, içeri girecek şimdi, üzerinde uzun kabanı var. Kapıya elini uzattı, bakın bakın; kütüphanenin ağır, kendini bırakmak istemeyen, açılmaya çok hevesli olmayan kapısını açacak. Kapı olmak da zor iş tabii, sürekli farklı insanları ağırlamak çekilir iş değil. Ne insanlar var, yüzünü buruşturdu mükemmel adam. Fakat bugün kapının şanslı günü çünkü içeriye mükemmel adam girecek, şeref verecek. Kütüphaneye adım atar atmaz içerideki herkesin günü güzelleşecek. Hadi, aç şu kapıyı mükemmel adam! Tamam sevgili okur, biliyorum çok heyecanlısın bu an için ama biraz sakin ol. Başkarakterimizi rahatsız edeceksin. O sesli, telaşlı, kalabalık ortamlardan hiç hoşlanmaz. Sakinlik, huzur sever.


Sonunda içeriye girdi mükemmel adam. Kütüphanedeki insanlara şöyle bir göz gezdirdi. Ah zavallı insanlar, öyle etkilenmişlerdi ki utançlarından başlarını kitaplarından kaldıramıyorlardı. Biraz üzüldü mükemmel adam. Bazen sırf kendini gören insanlar bu duruma düşmesin diye dışarıya çıkası dahi gelmiyordu. Ama yapacak bir şey yok, her güzelin bir kusuru olur.


Önce ansiklopediler karşıladı onu. İncelemeye başlayacaktı ki aklı başına geldi. Bu ne cüret! Bilmediği ne olabilirdi ki bu kağıt yığınlarında? Ne öğrenecekti sanki, boşa zaman kaybı olurdu onun için. Kendine olan saygısını yitirecekti az kalsın. Hemen uzaklaştı bu raflardan. İleride romanlar vardı. Aman Allah'ım, bu da neydi böyle! Tüm romanlar ona yalvarıyordu "beni oku" diye. Ama roman okuyacak havasında değildi. Biraz daha ilerledi; dergiler, sözlükler falan filan, her şeyi inceledi. "Çok yazık," dedi sessizce. Kendine göre bir şey bulamamıştı. Zaten insan ürünü olan ne ona göre olabilirdi ki?


Diğer insanlara yine acıdı. Asla mükemmel bir kitapla karşılaşamayacaklardı. Çok düşünceli, temiz kalpli ve topluma fazla önem veren bir insandı mükemmel adam. Yine kıyamadı insanlara ve bir kitap yazmaya karar verdi. Kırtasiyeye attı kendini, bir top kağıt aldı. Eve gitti hemen. Kağıdını kalemini hazırladı ve yazmak için siyah masasına oturdu. Masası toz içindeydi, bir günde hemen tozlanmıştı. Önce masasını sildi, bu iş biraz uzun sürdü fakat masada tek toz tanesi dahi kalmadı. Sonra bu iş aç karnına yapılmaz diye düşündü, yemek hazırladı. Yemeğin ardından bir kahve yaptı kendine. Öyle granül falan değil yanlış anlamayın, filtre kahve yaptı. Kahve mükemmel üretilmemişti ama kendi yaptığı için biraz olsun içilir olmuştu. Bir gün kafede içmişti, o neydi canım öyle, tadı ne kötüydü. Bir yudum almış ve derhal oradan uzaklaşmıştı. Ne kötü günler yaşamıştı, hatırlayınca sinirlendi. Sakinleşmek için kendi yaptığı kahveden bir yudum aldı. "Oh be." dedi rahatlayarak. Böyle olmazdı, bir kafe de açması gerekiyordu. Bu fikri aklına koydu ve masasına geçti.


Saat biraz geç olmuştu, uyku bastırdı. Yarın yazarım kitabımı diye düşündü. Mükemmel olmak ne zordu. İşine başlayamadan uyuyacaktı fakat alimin uykusu cahilin uyanıklığından iyiydi sonuçta. Kahvesini de tam bitirememişti ama olsundu, yarın mutlaka bu işleri bitirecekti, aklına koydu. Ah zaman ne çabuk geçiyordu. Onun için değil ama dünya için çok kötü bir durumdu bu. Ondan yeterince fayda sağlayamayacaklardı, zaman geçtikçe yaşlanacak ve günün birinde de maalesef ölecekti. Dünya için üzüldü, dünyanın da üzüldüğünden emindi.



Yazar notu: Uzun bir aradan sonra yazdığım için romanımın birinci kısmını okumuş olan herkesten özür dilerim. İyi okumalar. :)