Müzik çok güçlü bir iletişim aracıdır. Müzisyenler fikirlerini, duygularını melodiler aracılığıyla dinleyiciye iletirler. İyi bir dinleyici, müzisyenin fikirlerini anlamak ile kalmaz aynı zamanda hisseder ve sanatçıyla empati yapması kolaylaşır. Melodiler insanların zihninde güçlü bir etki bırakır, doğru seçilmiş notalar ve ritim dinleyiciye tam olarak ifade etmek istediğini edebilmesi için yeterlidir. Eğer sözlü bir müzik eseri ise durum çok daha nitelikli bir vaziyet alır ve işin içine edebiyatın muazzam gücü de dahil olur.


Müziği Oluşturmak

İşin belki en komplike yönü müziği doğru bir şekilde oluşturabilmektir. Doğru bir şekilde oluşturmaktan kastım kuralcı bir bakış açısı ile müziğe yaklaşmak değil, hislerimizi ve fikirlerimizi doğru yansıtabilecek seçimler yapmamızdır.

Peki melodiyi doğru bir şekilde nasıl oluştururuz?

Müzik kısaca gerginlik yaratmak ve en sonunda o gerginliği yok etmekten oluşur. Dinlediğimiz eserlere dikkat verirsek genellikle parçanın belirli kısımlarında bir rahatlama hissederiz. Sebebini basit bir örnekle açıklayayım:

Bir parça oluşturalım. Tonumuzu do majör olarak belirleyelim. (kullanabileceğimiz notaların do, re, mi, fa, sol, la, si notaları olduğu ve parçanın do notası ile biteceği anlamına gelir.) ve farklı bir tona parça içinde geçiş (modülasyon denir.) yapmayalım. Tonumuz böyle iken üç tane notamız rahatlama duraklarımızdır. (do, mi ve sol) Dolayısıyla bu kontekst çerçevesinde bu üç nota hariç kullandığımız notalar gerginlik yaratacaktır. Ve o gerginliği ne zaman ve ne sıklıkla rahatlama hissi veren notalara götürme seçimimiz eserin melodik açıdan karakterini ortaya çıkaracaktır.

Sizlere basit bir şekilde bu temel mantığı aktarmak istedim. Aynı zamanda ritim, seçilen ton, gam, yapılan modülasyonlar... oluşturulan müziğin karakterini belirleyen faktörler arasında yer alır.


Toplumlara olan etkisi

Birçok müzisyen, birçok halk sanatçısı, birçok anonim eser toplumları derinden etkilemeyi başarmıştır. İşçi marşları, senfoniler, cenaze marşları, ilahiler, türküler, caz-blues eserleri ve daha niceleri toplumda derin etkiler yaratmışlardır. Yazımın geri kalanında örnek marşlar, senfoniler ve eserler üzerinden bu konuyu inceleyeceğim.

Öncelikle üzerine konuşmak istediğim eser Alman Rock Grubu Scorpions’un Wind Of Change isimli parçası.

Moskova’yı takip ediyorum, Gorky Park’a doğru. Değişim rüzgarını dinleyerek sözleriyle başlayan şarkı soğuk savaşın bitiminin ardından beklenen iyimser barış ve huzur içinde olmasını istediği dünyaya vurgu yapmaktadır. Peki dünya değişti mi? Huzur ortamı mı var? Hayır. Ama halen bu parça tüm insanlığa umut aşılayan ve asla pes etmemesini hatırlatan, belki ihtiyacımız olan özveriyi bizlere kazandıran bir parçadır. Ve içinde barındırdığı tüm iyi niyetle halen dünyamıza gelmemiş olan barışın ve barışa dair beklentilerimizin simgelerinden biridir.

Bir diğer eser Rodrigo’nun gitar konçertosu. Hepimiz biliriz Deniz Gezmiş’in ölmeden önce son dileği bu konçertoyu dinlemekti. Peki neden?

Çünkü bu konçerto İspanya iç savaşından, acılardan, ölümlerden, hüzün dolu bir hayattan izler taşır. Rodrigo’nun küçük yaşta gözlerini kaybetmesi, İspanya iç savaşında tanık olduğu acılar, kaos; doğumundan kısa bir süre sonra ölen bebeğinin yarattığı acılar gibi. İşte bunların hepsi birleşmişti bu konçertoda. O yüzden birden çok yüreğe hitap etmişti bu konçerto. Bu yüzden dünyada devrimin seslerinden biri olmuştu. Çünkü yaşanılan acılar sebebiyle oluşan bu eser huzur dileğinde bulunuyordu.

İncelemek istediğim bir diğer eser Arbeiter Von Wien (Hayat Denilen Kavga). Avusturya İşçi Marşı olarak bilinen bu eser 1927 yılında Avusturya'da gerçekleşmiş bir işçi ayaklanmasına (temmuz ayaklanması) dayanıyor. Greve giden işçiler devletin silahlı saldırısına uğruyor ve 89 işçi hayatını kaybediyor. İşte bu marş bu olayın ardından dilden dile söylenmeye başlıyor.

“Hayat denilen kavgaya girdik

Çelik adımlarla yürüyoruz

Biz bu karanlık yolun sonunda

Doğacak güneşi görüyoruz."

İşte bu sözler işçi sınıfının umudu burjuva sınıfının ise korktuğu sözlere dönüşüyor. Günümüzde bile bu sözler geçerliliğini ve gücünü koruyor. Tüm ezilen işçilerin sesi müzik sayesinde halen yankılanıyor.

İncelemek istediğim bir diğer eser Alman besteci Mahlerin 1. senfonisinin 3. bölümü. Gustav Mahler’in ilk eseri olan bu eser eleştirel bir bakış açısına sahip ve iyi dinlendiğinde dinleyiciyi içine çeken yapısıyla öne çıkıyor. Mahler eseri bir tabloya bakarak oluşturmuş. Tablodaki resim ise ölmüş bir avcının cenazesini gerçekleştiren hayvanların resimiymiş. Zaten eseri dikkatli dinlersek bir cenaze marşı olduğunu kolayca fark edebiliriz. İroniler üzerine kurulu bu eser, adeta bir cenaze marşıymış gibi başlıyor ve dinleyiciyi kasvetli cenaze ambiyansına sokmayı başarıyor. Ancak ilerleyen kısımlarında parça neşeli bir vaziyet alıyor. Öyle neşeli ki sanki ormandaki hayvanlar ölen kişinin en büyük düşmanları olduğunu sonunda fark etmiş ve cenaze törenini yapmaktan vazgeçmişler gibi. Fakat bu neşe kısa sürüyor ve parça, finalini cenaze marşına dönüş gerçekleştirerek yapıyor. Sanki yaptıkları hatadan tam dönecek iken yeniden o hataya bağlandıklarını dinletiyor bizlere. İnsan doğasını, dogmatik düşüncelerimizi bence güzel bir ironi ile bizlere aktarıyor.

Son olarak ise entarnasyonal marşından bahsetmek istiyorum.

İlk olarak 130 yıl önce Fransa’nın Lille kentinde söylenen bu marş hayatı ve dünyayı üreten emekçiler için kurtuluş, özgürlük ve onurlu bir yaşam hedeflerini dile, müziğe getirir. Kapitalizme karşı mücadelenin önemini anlatan bu marş tüm dünya halklarının coşkusuyla söylediği bir eserdir. Tüm dünyada tek ses söylenmiş bir marş olan enternasyonal işçi bir şair tarafından yazıldı, işçi bir müzisyen tarafından bestelendi ve işçiler için rehber oldu. 1917- 1941 yılları arsında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin ulusal marşı bu marştı. Cezayir’in bağımsızlığı için direniş gösteren, çabalayan devrimcilerin tek ses oldukları marş bu marştı. Tüm burjuvaziyi korkuttu ve işçi halkına, ezilenlere umut ve cesaret ışığı oldu. İşte müziğin gücünün belki en önemli örneklerinden biri de bu marş ve marş ile ilgili yüzlerce olan hikayelerdir. Ezilenlerin “Artık yeter” deyişinin simgelerinden de biridir.

Daha verilecek bildiğim, bilmediğim, öğreneceğim çok örnek var biliyorum fakat işin özünü anlatmak istiyorum müzik bağlamında. Bence belki bir nebze de olsa anlatabilmişimdir müziğin gücünü. Dediğim gibi hissetmek ve hissettirmek üzerine kuruludur müzik. Hissetmeden yapamazsın, hissettiremezsen anlaşılamazsın. Biri müziğini anladığında, hissettiğinde seni anlamış olur. Belki ortak dertlerinizin paydasında buluşursunuz. Belki seni dinleyenler ortak bir amaçta birleşirler Entarnasyonal’de olduğu gibi. Farkındayız bence hepimiz; doğru bir müzikal ifade ile iletişim kurulduğunun, toplumların etkilendiğinin, bireylerin değiştiğinin. Farkında da olmalıyız bence. Çünkü değişime tanık oluyoruz son yıllarda. Trap adlı müzik akımının toplumda özellikle benim gibi gençler üzerinde yarattığı değişimi görmezden gelmek neredeyse imkansız. Görmemek de öyle. Kıyafetler, gençlerin jargonu, alışkanlıkları, takıldıkları mekanlar yüksek bir oranda değişime uğradı bu müzik akımı sebebiyle. Trap sanatçılarının işledikleri konular gençlere tabu olarak dayatılmış konular olması sebebiyle belki bu kadar etkili bir akım oldu. Bir nevi tabuları yıkmak isteyenler birleşti; birbirlerinden güç aldılar fakat sınırları unuttular, kendi kimliklerini unutmaya başladılar, hayatı; alkol, seks, uyuşturucu ve paradan ibaret görmeye başladı bazıları. Bazıları bu müzik akımının eğlence sektörünün bir parçası olduğunu unuttu, yeni gerçekliği bu akım oldu. Ama toplumun çoğunluğu yeniden bir değişime uğradı. Durağan da kalamazdı zaten. Yine değişecek bir şeyler; belki müzikle, belki kitaplar ile, belki eylemler ile, belki bir televizyon dizisiyle, bilemeyiz. Değişim hiçbir vakit durmayacaktır. Ancak bunu bilebiliriz. Müzik ise belki de sonuna kadar dünyanın bu değişim sürecini etkileyecek en güçlü iletişim yöntemlerinden biri olacaktır. Bizim payımıza ise ya değişime uymak ya da yeni bir değişime öncü olmak düşecektir.