Sevgili Yaşam,

On yıl geçmiş. "Seninle bir daha konuşmam" diyordum. Ancak işte buradayım ve yine sana yazarken buluyorum kendimi. Çok unuttum sevgili yaşam. Çok hatırladım. Çok yoruldum. Çok ayağa kalktım. Çok düştüm. Ve en çok da kırılmak geldi başıma. Kırılmak sevgili yaşam... Kırılmak hep aynı yerden, hep aynı inandığım yerden... Biliyor musun hayata bu kadar inanacağımı bilmezdim. Bunca yalan ve yorgunluğun içinde devam edebileceğimi... Aynı yerdeyim işte sevgili yaşam. Aynı kuytudayım. Şimdi durup şöyle diyorum kendime: "Nasılsın, Geçti mi?" Bunca zaman kayıp giderken, akıp giderken kendimi o kadar çok kaybettim ki. Nereye gitsem bulamadım. Nereye sığınmak istesem orası tutmak istemedi beni. Kendimi hep gitmeye alıştırmış, yenilgiyi öğrenmiş ve acı tecrübeler edinmiş bulurken kaybettiğim tek şeyse içimde azalıp biten sevgi. O kadar çok yara aldı ki içimdeki sevgi. "Bir daha asla inanamıyorum, inanamayacağım." diyorsun. Ancak hayat seni zorla inandırmaya alıştırır ve devam edersin. Her gün biraz daha kaybederek "inanmaya" alışırsın. Oysa her şey bir boşluk oluyor yalnızca. Her şey dalını kaybetmiş bir ağacın hüznü ve yalnızlığı kadar çırılçıplak, sesini kaybetmiş bir nehrin akmamaya, durmaya dönüşmüş suyu kadar alışmış ve yorulmuş. 


Sevgili yaşam, küçükken hayal dünyamız o kadar genişti ki mutsuz hissettiğimizde kendimizi bir dünyadan başka bir dünyaya gönderebileceğimizi ve her şeyin geçeceğini sanırdık. Sanırdım. Ancak büyüdükçe, öğrendikçe, bildikçe, karşımızda beliren sınırları gördükçe tüm hayal dünyamızın saflığını da orada o sınırların dibinde yitirdik. Yitirdim. En azından ben bunun gerçekleşebilecek bir hayal olmadığını ve her defasında gitmek istediğim o büyülü, saf dünyamın bir sınıra takılacağını, yenileceğimi öğrendim... Öğrenmek ve bilmek belki de bu yüzden çok büyük bir sancı benim için ve bu yüzden artık düş kurmayı bıraktım...


"Hayat" diyorum sevgili yaşam. Hayat... Bizi bir boşluktan başka bir boşluğa savurup duran hayat... Ben işte sevgili yaşam, hayatın hep bir kurgu olduğuna, kötü bir kurgu olduğuna inandım canım ne zaman acıdıysa. Canım acıdıkça bu kurguyu bitirmek istedim. Belki o zaman tüm kabuslar, tüm kırgınlıklar biter sandım. Sandım. Sandım ve yine sandım, yanıldım...

"Biter mi, Geçer mi?" Sevgili yaşam, sahiden... On yıl geçti. On yıl... On yıl daha "hayatta kaldım!" Geçti... Zaman, yıllar, aylar, günler hafızamda derin yaralar açarak geçti. Unutmamayı her defasında içime ağrı olarak bırakarak geçti... Yaralar, yenilgiler hepsi geçti. Büyüdüm. Düşler, üzüntüler, kayıplar, yüzler, insanlar geçti yalnızlığa alıştırarak beni. Şehirler, işler, yorgunluklar geçti. Geçti bak! Geçiyormuş işte! Zamanla geçiyormuş. Peki ya kalbim? Bunu soruyorum ve hüngür hüngür ağlamaya başlıyorum boğazımda yutkunamadığım suskunluğu. 

İşte kalbim! Geçmiyor! Kalbindeki o yenilgi geçmiyor! Kalbimdeki o boşluk geçmiyor! On yıl da yüz yıl da bin yıl da geçse kalbim; içinde bir cümleyi tamamlayamamanın, bir boşluğu dolduramamanın sancısını unutturmayacak bana. 


Dün sevgili yaşam, "Şahsiyet" diye bir diziyi izlerken sanki içimdekileri anlatan bir cümle geçiyordu orada. Orada oynayan ve unutkanlık hastalığına yakalanan baş oyuncu Haluk Bilginer, "Hayat hatıradır. Unutursan ölürsün..." diyordu. "Demek ki insan unutmakla, hatırlamak arasında bir arafta duran hatıralardan ibaret olan bir geriye kalmadır." dedim kendi kendime. Bir süre öylece düşündüm yaşadıklarımı sonra... Belki bunca senedir hala ölmediysem kalbimdeki yarayı, onda geriye kalan hatırayı, sevgiyi unutamadığım, unutmaya izin vermediğim için ölemedim. Zamanın beni unutkanlıkla öldürmesine izin vermedim. Bu yüzden belki en çok bu yüzden hatırlamak demek, biraz da bile bile acı çekmek, unutmamak için acı çekmektir... Bunca zaman geçti. Kalbim ne yaşadıysa sevgili yaşam, ne kadar kırıldıysa da ona inandım. Ona inana inana inancım hissizleşip gitti sonra. Onun sevgisine tutunmayı bırakamadım, yapamadım. 

Şuan burada, serçelerin cıvıltıları, sonbahar güneşinin altında otururken, uzak evlere, dağlara bakarken, şehrin tüm sesleri telaşlı telaşlı "hayatta kalma" korkusunu aşmaya çalışırken tüm yaşadıklarımı bir bir hatırladım... Kalbim bana kendini hatırlatırken geçip gitmeyen tek şeyin ise kalbimdeki yenilginin derinleştirdiği boşluğun olduğunu anladım. Unutamadım. Unutamıyorum. Oysa ben filmdeki sözün aksine, hatırlamak lanetinden kurtulmak istiyorum çoğu zaman. O kadar çok unutmak istediğim şey var ki benim. Belki de insanı unutmak değil, unutmamak öldürüyor. Hem de öyle yavaş yavaş, tüm hücrelerine yayılan bir hastalık gibi. Kanser gibi... Sancıyla tüm ruhuna bulaşarak seni her defasında hatırlatmanın insafına bırakarak...


Sevgili yaşam, şimdi dönüp bana "Nasılsın?" denildiğinde susup kaçıyorum bu sorudan. Çünkü o kadar çok canımı yakıyor ki. "İyiyim" diye başlayan yalan cümlelerimi, insanlara "iyiyim" demeyi ve sonrasında yaşadığım sancıyla baş edemiyorum. İnsanlar yalan duymak istiyor. İyi değilsen de iyi gibi gözükmeni istiyorlar. Çünkü acı çekmek, iyi olamamak onlar için bir tür zayıflık sayılıyor. Oysa ben acı çekiyorum sadece. Elimde olmadan öylece acı çekiyorum. Kalbimin boşluğu iyileşmiyor sevgili yaşam. O yüzden susuyorum. Yalnızca susuyorum... Konuşmaktan yoruldum. Anlaşılmamaktan yoruldum. Unutmaktan, hatırlamaktan ve tüm sancılardan yoruldum. Yoruldum, hepsi bu...


19 Kasım 2022

14.28

Cumartesi