Uyandığında rüyasında kırbaçlanan at için ağladığını hatırlayıp gözyaşlarını sildi. Yatağının yanında bozukluklar ve bir bardak su duruyordu ancak suyu içip içmemekte bile kararsızdı. "Aptal" dedi kendi kendine. Ağzının yerini bulup bardağı içine boşalttı ve yutmayı ihmal etmedi. Zaten nasıl etsin ki?


Nazmi otuz yaşında, aptallık denilebilecek çoğu şeyi yapmış, iki üniversite okumuş, kısa saçlı, uzun sakallı, güzel yüzlü ama kalın kaşlı bir beyefendi. Tek başına yaşar, sıkıldığı vakitler eve arkadaşlarını çağırır, canını sıkan bazı insanları öldürür, çok üzülürse işkence eder, dayanılmaz bir şey yaparlar ise odasında açlıktan ölmesini beklerdi. Bazen kapitalist, çoğu zaman komünist, belli aralıklarla sosyalist ama sonuçta hep hümanist olan Nazım, bugün öldüreceği kişiyi ya da insanı -aslında bireyi- henüz belirlememişti. Zaten uyandığında "Bugün birini öldüreceğim." diyen bir zavallı biri değildi. O öldüreceği bireyi kendisi seçmez, ölecek olan birey Nazmi'yi seçerdi. Ölecek olan kişi genelde Nazmi gibi sadece aptal olmakla kalmazdı. O aynı zamanda bir kötü, bir zalim, bir sapık hatta daha kötüsü, en kötüsü cahildi. 


Ona göre pisliklerin anası cehalet, babası fakirlikti. Bu cahillik insanı kör eden, okusa da açılmayan, açılsa da bakmayan, baksa görmeyen, görse bile gözlerini kapatan cahillikti. Fakirlik başka, o çok başka; insan kötü olmak için yoksul olmayı bekler mi? Beklemez ama yoksulluk kötü eder insanı lakin insan bir varlık. Var olmaya devam eden bir varlık. Var olmasını engelleyen her türlü yoksulluğa karşı bir kötülüğü olacaktır. Tabii yoksul olsa da, ezilse de, kullanılsa da kötü olmayacak insanlar olduğu gibi, hiçbir sebep yokken kötü olan bireyler de vardır. Onlar Nazmi'nin seçilmiş bireyleridir. Kötülük... Her zaman var oldu. İyilik de öyle. Zaten birbirlerini besler, kavga eder, yeri gelir barışır, çoğu zaman itişirlerdi. Çoğu masalda ya da kitapta ve hatta filmlerde bize gösterilen, anlatılan "iyilik kazandı" mavallarına inanmayınız. Çünkü adı üstünde "maval". Aklı başında bir insan, tarihe ve günümüze baktığında aslında kötülüğün kazandığını, kazanmakla kalmayıp bir de mutluluk adı verdikleri duygunun asıl sahibinin onlar olduğunu görür. Kötü ve mutlu... Birbirini seven iki arkadaş. Kötü ve iyi... Asla birbirini anlayamayacak iki eski ama çok eski dost. Dost dediğime bakmayın; eskiden beri kötü zaten kötü, iyi zaten iyi imiş de birbirlerinden haberleri yokmuş. Öyle yalandan, mavaldan durmuşlar bir kere yan yana. Sık sık da buluşurlar; her buluşmalarından sonra kötü daha kötü ve mutlu ayrılırken, iyi daha iyi ama daha mutsuz ayrılırmış. İyinin zaten mutlu olmakla ilgili bir derdi olsaymış iyi olmazmış. İyi, kendini kandırmayı severmiş çünkü. Neden? Çünkü iyi biraz aptalmış. Ama kötü! Kötü bilirmiş ne olduğunu mutluluğun, o bir kere tatmış o duyguyu. Kötü başlarda tek başınaymış ama mutlulukla tanışınca artık bir anlamı varmış kötülüğün. İyi de bilirmiş aslında mutluluğun ne olduğunu da amacı hiç olmamış ki o mutluluk. La zaten amacı mutluluk olsa iyi nasıl iyi olsun?


Nazmi kimin iyi, kimin kötü olduğunu tam kestiremediğinden bazen potansiyel iyi öldürdüğünün farkında değildi. Aslında bu konunun çok umurunda olup olmadığından da emin değildi.


Yemek yesem mi yemesem mi diye düşündü. Şu odada duran adamın ölmesine az kaldı galiba. Saat de öğle vakti. İkindiye doğru ölmesi lazım aslında. Yesem mi, yemesem ya... Neyse yemeyeceğim. Gidip şimdiden izlemeye başlayayım en iyisi. Kendi kendine konuşup karar vermekte zorlanan Nazmi sonunda bir karar vermişti.


-Kahvaltı yapıp bir saat kala gelir, çay-sigara eşliğinde izlerim. Sonuçta hak eden bir birey, nasıl öldüğünü izlemem gerek. Ölürken belki bir şey söyler. Söylese yemek verecek halim yok ya... Sonuçta o halde ölen biri iyi olmaya hazır hale gelmiştir. Gerçi ilk fırsatta beni öldürmek istediğinden eminim ama neyse. Haksız sayılmaz. Bugün ikindiye doğru da ölmezse artık ben öldürürüm herhalde. Ölmesi ona ceza mı ödül mü bilmem ama nefes alması gereksiz bence. Gerçi böyle biri geçmişi yüzünden rahatsız olur mu, sanmam. Vicdanı olan biri zaten bu yaşına kadar nasıl gelsin bu kötülükle...