Ne korkunç görünüyor değil mi bu pencereden bu manzara? Hemen kaçmam gerektiği hissine kapılıyorum, küçük resim dedikleri böyle bir şey sanırım. Bakış açımızla ve açımızın genişliğiyle ilişkilerimizin, eğlence düzeyimizin, hoşgörümüzün, sevgi ve saygımızın yani bir nevi hayat kalitemizin arasında çok doğru bir orantı var. Büyük resme ve barındırdığı güzelliklere bakmak varken bir çift gözde kaybolabiliyoruz ve artık dibindeyim göremem başka bir şey, felaketim olacak bu yakınlık, biliyorum ya da kucağımda nefret var göremiyorum bakmak istediğim yeri ve düşünebildiğinin farkına varamamış çocuğum söylüyor kucağımda sözcüklerini ve artık gözlerimi kısarak, alt dudağımı hafif büzerek bakıyorum manzarama. Uzaklaşsa da bazen gitmiyor bu çocuk, “en azından sesini duymasam,” diyorum, farklı bir odak ararken sırtımda bir ağırlık beliriyor; hoş bir sesi de var, yol gösteriyor, önümü kapatmıyor. Henüz onu göremediğim için biraz uzak hissediyorum, yabancı gibi davranıyorum ve alışamadım da bu yumuşak ağırlığa, “sevgi bu sanırım,” diyorum. “Bir şeyde vücut bulup karşıma dikilmesine gerek yok,” diyorum ya da olduğunu zannettiğim şeye koşmama gerek yok ve artık sadece yürüyorum, bazen duruyorum, hayatları izliyorum gözlerimden ve yansımalardan.