(Max Richter-The Departure)


1945'te yazmak isterdim bu satırları

İsterdim Prag'da o meşhur tavernada

şöyle Kızıl Ordu füzeleri aydınlatırken şehri

köşede ateş arayan kadına bakarak

yazmak isterdim.

Hiç düşündünüz mü ne oldu on iki havariye?

Her biri bir İsa'dır artık.

ilk kez ölecek gibi olduğun o şehirde

en son kim bir kılıç ile öldürüldü.

Yahut kim bir duvarın önünde

evladını avutarak bekledi kurşunları.


1945 ve savaş biteli çok oldu

ama benim yaşamımdan ibarettir dünya.

İsa'yı da ben gerdim çarmıha,

Yusuf'u da ben attım kuyuya,

Erdal'ı da ben astım yaşını büyütüp,

Gandi, Malcolm hatta Hrant bile

benim elimden öldü.

Acısını hissettiğim her ölüm benim elimden.

Ellerimden ve

ellerinizden.


Henüz dönmüşüm cihan harbinden.

Cihan benim, harp benim.

Şükür kaderime almadın canı ilk taarruzda

Öyle bir tutundu ki can içeride

Asla çıkmayacakmış gibi

Bir edepsizlikle yaşarım şölen vaktine dek.

Zamanlıca tüm vecibeleri yerine getirilirken

şu koca devrim saatinin.

Gülmeliyiz,

Ana akım medyaya ve duvarlara.

Bu memleket, ötesinde fıkıh barındırır.

Kandır o fıkıh kan.

Kan barındırır toprağında suyunda.

Ölüm rutinidir Orta Doğu'nun ve biraz Balkanların.


İnsanım, insana rağmen

aşığım üstelik aşka rağmen.

Fakat aşk olmalı demeli insan,

öylesine bir ''aşk olsun'' değil.

Göklere haykırırcasına her ne yaşıyorsa

aşk olsun diyebilmeli.

Bildiğimiz bir aşk olmamalı elbet

tüm kainat kelebek ömrü zarafetine hayranken

inatla yaşayan/çalışan bir karıncanın aşkı gibi olmalı.

Düşmanına merhem olan bir sıhhiyenin aşkı

Yahudi bir güzelin gözlerinde

savaşan bir Alman subayı gibi

sevmek yani, insana rağmen.

aşk yani aşka rağmen.

yaşamak yani,

tüm yaşanmışlığa

ve yaşayamayanlara rağmen.