Halil yukarı çıkar.

"Merhaba Halil, nasılsın?"

"İyiyim, siz nasılsınız?"

"İyiyim ben de Halil. Nasıl gidiyor, anlatmak istediğin bir şey var mı?"

"Bilmem, herhalde her şey yolunda. Yani Sevim bayağı mutlu, istediği şeyler oluyor diye. Ben de mutluyum o mutlu olunca. Öyle işte."

"Parkta gördüğünüz adamla karşılaştın mı daha sonradan hiç?"

"Hayır, niçin sordunuz? Yoksa siz de mi delirdiğimi düşünüyorsunuz?"

"Hayır, sakin olun Halil Bey. Sadece çok etkilenmiştiniz geçen konuşmada bahsetmiştiniz. Ben de tekrar karşılaştın mı diye merak ettim açıkçası."

"Yok, karşılaşmadık. Evet etkilenmiştim."

"Bir de kızı vardı değil mi?"

"Evet. Neyse, kapatalım bu konuyu."

"Elbette... Başka anlatmak istediğimiz bir şey var mı?"

"Yok herhalde..."

"Sevim Hanım'la ne zaman tanıştınız?"

"Ben bir kafede garsonluk yapıyordum. Ortak bir arkadaşımız vardı. Sevim ise çok güzeldi. Ama güzellikten çok başka bir şey vardı..."

"Neydi o?"

"İçinde hayatta olmanın sevincini yaşıyordu. Ama ben pek öyle değildim, hayatın zorluklarını ve acılarını görmüştüm. Sanırım ondaki bu şey beni ona çekmişti. Sular çatlakları birden doldurur ya, Sevim de bilinçsizce benim çatlağıma damlamış, toprağıma bereketi getirmişti. Eee, böyle olunca ona aşık olmak boynumuzun borcu oldu."

"Hayatınızın zorluklarından bahsetmek ister misiniz?"

"Herkesin acısı, tatlısı kendine büyük elbet. Ben anayı, babayı küçükken kaybettim. En büyüğü buydu. Yalnızlığı çok küçükken tanıdım. İzmir'e geldim teyzemin yanına ama onunda çocuklar çok iki üç ay idare etti. Sonra çocuk esirgemeye gittim. Bazı şeyler zordur işte... Hem okudum hem çalıştım, her zaman. İşte gençlikte de Niyazi abiyle tanışmıştım, kafede çok yardımcı oldu. Hem okul hem kafede çalışıyordum. Öyle bir meslek sahibi olana kadar çok zorluklar çektik. Sonra Sevim ile hayatımızı birleştirdik.

Öyle ya, tüm yaşadığım bu.

Öyle ya, işte tüm yaşadığım bu. Tabii, bu kadar işte!"

''Halil Bey ben Sevim Hanım'la konuştum bildiğiniz üzere. Sevim Hanım'ı bir gün kahve içmeye çağırmışsınız yanınızda arkadaşınız olduğunu söylemişsiniz. O arkadaşınızla hala görüşüyor musunuz?"

"Neden sordunuz? "

"Sadece merak etmiştim, cevap verecek misiniz?"

"Tabii, görüşüyorum."

Yasemin Hanım'ın gözleri açılır ve tekrar aynı haline döner.

"Biraz ondan bahseder misiniz?"

"Elbette. Adı Tolga, o da benim gibi sakindir. On yaşında, gözleri mavi. İşten eve dönerken tanıştık. Bana çok benziyor. Hayatlarımız yani, o da kimsesiz, yurtta kalıyor, beni çok sever, ben de onu çok severim.

"Çok sevindim böyle tatlı bir arkadaşınız olmasına, diğer görüşmeye geldiğinizde getirir misiniz? Tanışmaktan çok memnun olurum."

"Tabii getiririm müsaitse eğer. Ama Sevim rahatsız olmasın?"

"Sevim Hanım niye rahatsız olsun ki?"

"Bilmem..."

"Haftaya bekliyorum o vakit."


Yasemin Hanım haftaya olacakları merakla bekliyordu. Halil'in yarattığı karakter çocukluğunun bir yansıması olabilir miydi? Her şey bir sonraki görüşmede belli olacaktı.

Sevim: "Nasılsın Halil?"

"İyiyim, Yasemin Hanım'a alıştım galiba."

"Çok sevindim, ben de alıştım. Bence konuşmak ikimizi de rahatlatıyor."

"Evet öyle."

"Hadi eve gidelim, ben bir şeyler hazırlayayım, rakı da açarız, ne dersin?"

"Ben biraz tek yürümek istiyorum."

"Tamam canım, ben eve geçiyorum, geç gelme olur mu? Sofrayı kuruyorum bak."

"Tamam."


Halil'in Gözlerinden Dünya


Ne güzel ılık ılık rüzgar, dalgalar sanki oyun oynuyor benimle.

Çocukken taşları alıp bizim evin önünde çukurda biriken sulara attığım aklıma geldi. Keşke bir kardeşim olsaydı, ne güzel olurdu. Şimdi ona anlatırdım gülerdik belki. Annemin saçları ne güzeldi. Sevim'in de saçları çok güzel... Babam saçlarımı okşardı yanaklarımı pespembe ederken sobanın sıcağı. Ailem olsaydı Sevim'i severlerdi. Beni de severlerdi. Rüzgar ne güzel ılık ılık esiyor. Sevim'e tüm yaşadıklarımdan sıyrılmak için mi sığındım? Bir kadın benim oturduğum banka doğru geliyor, elinde de bir kitap var. Boyu çok uzun değil, gözleri hüzünle bakıyor... Uzun, ince parmakları ile sayfaları çeviriyor.

Birden bana dönüp "Niye bakıyorsun? Birine mi benzettin?" diye sordu.

"Hayır. Yani affedersiniz, ben kalkayım, siz rahatsız olmayın lütfen..."

"Hayır hayır, tamam, gitmenize gerek yok."

"Bir sayı söyler misiniz?

"Ben mi?"

"Evet, hadi."

"Söylerim tabii."

"Kaç?"

"46."


"Ne güzel şey hatırlamak seni:

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni:

bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin

ve saçlarında

vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...

İçimde ikinci bir insan gibidir

seni sevmek saadeti...

Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,

güneşli bir rahatlık

ve etin daveti:

kıpkızıl çizgilerle bölünmüş

sıcak koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,

yazmak sana dair,

hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek:

filanca gün, falanca yerde söylediğin söz,

kendisi değil

edasındaki dünya..."


"Nazım'ın şiiri değil mi? Çok güzel yazmış sahiden."

"Evet, Nazım'ın şiiri."

"Okumayı seviyorsunuz galiba?"

"Evet severim, bana başka dünyaların var olduğunu gösterir."

"Hımm... İsminiz neydi?"

"Buse."

"İsminiz çok güzel Buse."

"Teşekkür ederim, sizin nedir isminiz?

"Halil benim de."

"Hım anladım, gözlerin çok güzel. Daha yeni sudan çıkmış gibi tazecik."

"Teşekkür ederim."

"Neden güldün Halil?"

"Bilmem, tazecik deyince. Komik buldum sanırım."

"Anlıyorum. Sohbetiniz çok hoştu fakat benim biraz işim var, kalkmam lazım, çok memnun oldum Halil."

Halil'in yanaklarından öper. "Kendine iyi bak." der arkasına dönüp gitmeye başladığında.

Halil elleriyle kalbini yoklar ve güm güm güm...

Buse ilerler, tekrar geri döner. "Bu kitap sende hatıra kalsın. Hoşça kal."

"Hoşça kal Buse."


Ayakları hızla eve gitmek için hızlanır.

Ne güzel gözleri var bana da bu kitabı verdi. Beni sevdi sanırım, başta neden öyle davrandı ki? Of artık sert esiyor. Sevim sorarsa bu kitap için ne diyeceğim. Sevim niye sorsun kitabı. Bilmiyorum. Kalbim niye öyle hızlı attı ki? Ben niye sayı söyledim? Şiir güzeldi. Of tamam, sakin ol, kapıya vardın.


"Hoş geldin Halil. Buyur gel, geciktin sanki biraz."

"Öyle yürüdüm biraz bankta oturdum."

"Hımm... İyi yapmışsın."

"Sen ne yaptın kurmuşsun masayı, yardım edilecek bir şey var mı?"

"Suyu getirir misin?"

"Tabi getireyim."

"Sen mi aldın masanın üstünde ki kitabı?"

"Yok, bir arkadaşımla karşılaştım da o verdi."

"Neyse otur soğumasın yemek."

"Tamam."