Ölümlü bir sonsuzluktan bahsedildi günlerce. Bu günler kendimi bildiğimden beri ardı ardına sıralandı. Yaşadığım her şeyde sonlu kırıntılar görmeye başladım ama yine de devam eden bir akışı kovalıyordu gözlerim, devam eden bir akışa farkındalıklıydı zihnim. Her ne olursa olsun akıyor ve birikiyordum. Aktıkça kendimde biriktiriyordum. Bir zaman oldu yaşamdan soyut, herkesten öteki, verdiğimden ayrı aldığım onca duygu, onlarca duygu...

Bir kabile oldum kendi benliğimde; birçok kadın, erkek ve çocuklu... Ne yaşanır bir yer ne de sessiz bir ormandaki bir kuş. Akılsızlar ve aklı arşa uzanır birkaç benlik. Egom, şahsım, düşüncelerim, kendimden ötelediklerim, olmak istediğim, asıl olan, bildiklerim, derinliklerim... Derinliklerim ama öyle sarhoş sular var ki diplerde onca birikintiler. Ben yaşamda yolcu oldum. Yaşamın üzerinde gözlemci. Ben izledim insanları. İnsanlar aynadan kendisini izlerken ben boyut oldum gözlerimde.

Bir ele sahip oldum, bir bedene. Bir erkek dediler bana, yanımdaki kadına kadın gibi dediler. Soruşturdum kadın ne? Erkek ne? Sonra enerji gördüm. Bir kadın daha erkek, bir erkek daha kadınsı. Sonra cinsiyeti sildi zihnim, sadece enerjiye odaklandım. Birikintilerden kurtuldum en azından. Yola çıktım yoka çıktı. Hiçlik zaatında buldum aradığımı çünkü varlık olamazdı. Varlık ve hiçlik arasındayım dedim. Herkesim ben.

Herkesim ben çünkü sonlu bir sonsuzluk öğretildi bana. Sınandım, arandım, kayboldum ve sessizleştim. Sustum dinledim, izledim kayboldum. Kayboldukça acı çektim ve bu acılar kalbimi dağladı. Dağlandım, arandım, kayboldum kendi içimde. Küçüldü çevrem, insanlar küçüldü, varlık yok oldu, hiçlik makamından ezgilerle dolu bir senfoniyi kulaklarıma fısıldadı. Evrenin, kainatın eşsiz dalgalarının ezgileri, verdiği tatsız, heyecansız bazen ise damarımdaki kanın gürültüsünü hissettirecek denli yaşama bağlı... Bir çığlık bazen, bazen ise dingin. Bir yaşam, bir sonlu, bir sonsuz...