alnımdan söküp avuçlarına usulca doğurduğum karanlık

nicedir korkunun harfleriyle hecelediğim yegane adrestir ismin

geceyi kendimden yana tutayım desem

sabah, hüznü davet edilmeden ardında getiren şey


gamzeli bir mektup bıçağı alıyor gözümü

ama nasıl çırılçıplak anlatamam

anlatamam bir aynanın önünde durmuşuz seninle

kırmızı, pembe güller akıyor oluk oluk ağzımızdan

Yılanlar kopuyor rüyalarımda

yumruk yumruğa bir uçurum yaratıyorum kendi dağımdan

geceyi sabaha zımbalıyorum

kavgayı özgürlüğe

vahşeti sevişmelere

kahretmeyi annelere

ve bir yerden çıkıp gelen yabancı oluyor devlet

her şeyi yine o tanıdık düşmanlıkla bozan

devlet demişken

adamlar tanıyorum damarlarını dahi satan

devlet demişken dedim ya

insanlığı dar ağacına mı alalım yoksa kurşunlara mı diye soruyorlar

hem korkuyorum hem de saldırgan

hem korkamıyorum bile hem de her yerden dışlanan

binlerce köprüden geçiyorum

kulaklarımda pimi çekik bir gecikmişlik

hayaletler sarkıyor balkonlardan

ve cumhuriyetler pompalanıyor kablosuz ağlardan


bir kuşa uzanıp tutmaya yeltenememek oluyorsun

ne acı


kokladığım bir gül ile öldürülmeyi yeğlerdim

bozdular kurduğum saatlerimi

kırdılar diktiğim fidanlarımı

koştuğum bacaklarımı ve su içtiğim bardaklarımı

hangi pencereden sevip de yazdıysam yaşam denen şu manzarayı

o pencereden aşağı attılar bütün yazdıklarımı


kısık gözlerimle baktığım o meçhul balta düşüyor yine boynuma

ben her intiharı yağmurlara armağan ediyorum

bırakıp geliyorum bütün sokakları başka bir sokağa

neden sonra yeniden harlanmak diye sönüyor yangınlarım

anlaşamıyoruz elbette bazı mevzularla

anlaşamıyoruz diyorum sonra

ne yanmakla ne yakılmakla

hiçbir yanıt istemiyorum buna da alıştım

ve ben şeytanla anlaşarak içimdeki binlerce tanrıyla barıştım