muamma yoğun sisli bir kaledir

içinde ruhlar vardır birbirlerine diklenip duran

ve hayatın en derin anlamıdır karşılaşmalar


ses, dilden büyüktür


masayı masa yapan zemindir


meryem çan seslerinden hep korkarmış diye bir rivayet duyduk

ve her duvarın milyonlarca tanrısı vardır

her tanrının adı ise aynıdır

zerre


çevre, çerçeve ve çehre

Korku, kıvılcım

cesaret, harlanmış alev

yatak, uyku öğüten

renk, tek istikamet

bir elinde hayat, diğerinde sûretler

düş ve kırgın genler

vakit, yorgunluğun hakkından gelemeyen gece yarıları

Gerdanımızda idam edilmiş kralların kafa tasları

zaman, meseleyi alışkanlığa yoruyor

alışkanlık, hep zor affeden

sahneye bir bıçak düşüyor ve bütün seyirci saatine bakıyor

zaman, ölmeden önce hep bir şeyler vaat ediyor

çıkıp yürüyor bir hayalet, üzerinde demir parmaklıklarıyla

dumanı yakıyor rüzgar

rüzgarı kesiyor şehir

süreyi azaltıyor melodi

bir bomba patlıyor uzakta

arka koltukta yatıyor vurulmuş yemyeşil bir bahçe

savruluyor etime dadanan ruh

duvarlar dönüyor plak gibi

bir uçurtma ıslık çalıyor siperde

ve heveslerine günde en az dört kere öteki oluyorsun

seviyorsun sırasını ilerleyememenin

atkından atlar düşüyor göğsüne nallarını vura vura

hangi yemini tutsan morfin dayıyorlar sancına

çatlak, zamana minnet duymanın ta kendisi

ne duvarlar, ne onların evlatları olan saatleri

hiçbir yenilgiye hiçbir ölçüyle hazır değil

saçlarından sekmiş ellerim

bu bize yeter artık

daha büyük bir kıyamet görmeyelim

yüzünde bir adam boğuluyor

gözleri gönderilen mektuplar gibi aç

bana katlanabilen umutlar lazım

davul patlarsa karanlık dağılır

kör demek nokta demektir

yazılmıyor fırça darbeleri

haykırmak dediğin bir orman nesnesi

saat renkleri gösteriyor

ve bundan sonra nasıl olacağımı tırnaklarımla kazıdım etine

kumlar akıyor adamın yüzünden

görmek ardında aklı sıkıştıyor köşeye

yavaş yavaş yükseliyor aramızdan doğan boğukluk

kanatlarını dişlerimle topluyorum yokluğunun

göz ne demek utanıyorum

zaman adımların tanrısı

gölgeler güneşin

ağaçlar medeniyetin

ve hiçbir çizgi düz olmaktan yana razı değil


hareketler siliniyor adamın bakışlarından

dümdüz yumaklar

toprağa eğilen rüzgar

suratsız şimşekler çarpıyor avuçlarıma

bize verilenle devredilen arasında hukuki bir yalpalama

şansızdır her heykel kendi çapında

ve hiçbir yere gitmiyoruz buradan

çünkü bütün uzaklar aramızda


beni arıyorlar ruhumda

bedenimdir benim en amatör yol kesicim

hafif sözcükler ağır bastonlar

ve ne aradığını hiç umursamayan dağınık vokaller

ertesi gece demek alıp götürmektir şimdiden bir şeyleri

yol gidiyor sanıyorsun sen

yol abartılı bir konuşmadır sadece

gerçek şeyler göz kapaklarının inmesiyle dökülür zihnine

zihin kaval kemiğinin parçalanmasından da sorumludur

şimdi bir çalılıkla göz göze geliyoruz

ben yalnızca içimden resim yapmayı biliyorum


biçimli mezarlara çakılıyor yok oluş

üzerinde geceden kalma kır kokusu

arayan herkes yalnızca öğrendiğini bulmuştur

bir şeyin uğuldanmasıyla tırmanıyor yakama ellerim

kuşkusuz ilk defa içimde yalnızca kendimleyim

silüettir şakağımdaki terin kurumuş izi

bir yarayı yeniden açmak gibidir açmak sesleri

varolmayan zamanlardır en yakın çevrem benim

tavanlar dediğin keşfetmenin dayanılmaz zeminsizliği

biliyorsun, tavanı olanın tabanıda vardır

duvarları olanın kentleri olduğu gibi


yer kuşlardan ibaret

önce başkaları suç işliyor

ses kopmanın düşmesi

ağırlık fark edilen hacim

sular yıkılıyor yerine üst üste

öyleyse çözülüyor kırbaç bileğinden ejderhanın

acı çekiyor hevesle kaynayan tencere

bir yılan yalıyor kanatlarını

bir başkası değilsek hepimiz kimiz

kimdir bunca ötekisi

istenmeyenle istemeyenin rekabeti

organ toprağın sermayesi

hatırlıyoruz asla bilemeyeceğimiz hikayeleri

gelişini geliştiriyor yıldızlar

sadece sevmek yüzeysel bir eylemdir

suyun herhangi bir eşyaya uzanması gibi

gökte bizim dünyamıza yer yok

neden bilmediğimi anlamıyorlar


Aykut Akgül