Börülce televizyonun karşısına geçmiş haberleri izliyor, İğde’yse söylenip duruyordu kendince. Haberlerdeki görüntüler gri ve isliydi her zamanki gibi. Spiker durgun bir sesle haberleri sunmaya devam ediyordu. Nasıl umutla sunabilirdi ki zaten, insanlar ve dünya bu denli durgunken.
İğde: “Yeter artık kapat şu televizyonu” diye seslendi Börülce’ye.
Börülce iki kez elini şaklattı ve televizyon kapandı.
Maskesinin altından: “Gerilmeni istemiyorum” dedi Börülce.
- Nasıl gerilmeyeyim! Maskeler olmadan temiz nefes alamaz olduk. Yıllardır şu duvardaki güneşe bakıyoruz. Işık olmadan oturamıyoruz hiçbir yerde. Işık yoksa güneş de yok. Dere sesi, kuş sesi hepsi yapay birer çığlık. Annelerimiz bunları mı anlatırdı biz küçükken? Şu gördüğün yeşil hava filtrelerinin yerine dokunabildiğin, uzanıp bulutlara bakabildiğin yeşiller varmış. Renklerin doğadaki hallerini görmek istemez miydin farklı farklı tonlarda? Renklere dokunmak istemez miydin Börülce? Adını taşıdığın bitkiyi tatmak istemez miydin? Nasıl gerilmeyeyim? Şu pencerenin ardında olup bitenlerden haberin var mı senin?
İğde lafını bitirir bitirmez yerinden kalkıp pencereye doğru yaklaştı. Ve söylenmeye devam etti:
- Bak şu pencereye, dışarısı simsiyah neredeyse. Pencerenin önüne kuş pislemiş olsa da sevinsek diye pencerelere bakar olduk. Ama sadece kaldırımda maskeleri ile yürüyen insanları görüyoruz.
İğde pencereyi açıp kafasını dışarıya uzattı. Çığlık atmak istedi. İçindeki çığlık boğazına tutundu. Yutkundu ve söylenmeye devam etti:
- Hiç beni dinlemedin. Sana buralardan gitmeye çabalayalım dedim. Hiç beni dinlemedin!
Börülce içinden:
“Ben mi buralara gelelim dedim sanki, kendin istemiştin.” diye geçirdi. Ama bunu söylemek yerine:
“Gir artık içeri, odanın havasını kirletme” dedi.
İğde sinirle pencereden uzattığı başını içeriye doğru çevirmek isterken maskesinin ucunu pencerenin metal doğramasına çarptı. Maskenin filtreleri bir anda parçalandı ve yere dağıldı. Börülce oturduğu yerden kalkıp hızlıca İgde’nin yanına geldi. Pencereyi kapattı.
- Sana sakin ol demiştim. Ne zamana kadar beni suçlayacaksın? Önce sen bu şehre gelmek istememiş miydin? Hiç benim düşüncelerimi sordun mu?
İğde, Börülce’nin bu sözlerinin ardından bir şey söyleyemedi. Sadece sustu. İçindense: “Ancak dırdır et. Hiç çözümcü olma zaten.” dedi.
Börülce yere eğildi ve filtrenin dağılan parçalarını avcuna aldı. İğde’ye dönüp:
- Yeni filtre alınıp takılması gerekir. Umarım maskede sorun yoktur. Pahalı şeyler ama sağlıklı yaşam için en gereklisi de bu maskeler. Sen hemen mutfaktan nefes çubuklarını al. Bende maskeyi yarın tamire götüreyim. Bugün pazar her yer kapalıdır şimdi. Nefes çubuklarıyla idare ederiz. Hadi hemen bir nefes çubuğu çek içine.
İğde, Börülce’ye sarıldı. Bu sarılma Börülce’yi de sakinleştirdi. Börülce, böyle zor anlarda sarılmanın gücüne inanırdı. Sarılmanın insanların ördüğü duvarları parçaladığını ve hayata dair asıl nefes almanın sevdiği insana sarılmak olduğunu düşünürdü.
İğde gözünde yaşlarla mutfağa doğru yürüdü. Mutfak kapısının yanındaki dolabı açıp nefes çubuklarının olduğu kutuyu eline aldı. Bütün çubukları inceledi. Fakat hepsinin boş olduğunu farketti. Telaşla Börülce’ye bakarak:
- “Nefes çubukları bitmiş!” dedi.
Börülce de telaşlanarak takvime baktı ve:
“Nasıl biter, nasıl dikkat etmeyiz?” diye yakındı.
Pazar günü açık hiçbir nefesçinin olmayacağını ikisi de biliyordu. İlk defa başlarına böyle bir durum geliyordu. Seyyar nefesçiler vardı ama gelir mi gelmez mi bilen yoktu. Hem çok da güvenilir bir seçenek değillerdi zaten.
Maskesini çıkarıp İğde’ye uzattı Börülce.
- “Sen tak şimdilik şuraya otur biraz sakinleşelim.” dedi.
İğde inatla:
“Takmayacağım yarına kadar ne zararı olacak, istemiyorum” diyerek koltuğa oturdu. “Ben yaşamaktan yoruldum. Bunca emek harcadım. Bir sürü hayal biriktirmiştim bize ve geleceğe dair. Sonucu bu mu olmalıydı?”
Börülce İğde’nin dizine dokunup yanına oturdu. Elini omzuna doğru kaldırdı ve saçlarını okşadı.
- Lütfen tak hadi şu maskeyi kırma beni.
- İstemiyorum dedim. Sen tak kendi maskeni. Ben böyle iyiyim.
- O zaman hadi hastaneye gidelim. Bir iki saat nefes odasında durur geliriz. Yoksa bu gece rahat uyuyamazsın. Olur mu? Hadi hazırlan çıkalım hemen.
İğde, Börülce’nin söylediklerini dinlemiyordu bile. Kendi içinde bir şeylere kızıyor ve suratını asıp öylece duvardaki yapay güneşe bakıyordu. Odadaki yapay güneşin karşısında, Börülce’ninse yanında bir duvar daha vardı şimdi.
Börülce'yse, İğde’nin bu suskunluğunu kendisine karşı kızgınlığı olarak görmeye ve bunu haketmediğini düşünmeye başladı içten içe...
“Ne yapalım o zaman sen söyle.” dedi Börülce. “Böyle oturup bekleyelim mi? Yine hiçbir şey konuşmayıp seni anlamamı bekliyorsun değil mi? “
İğde hiçbir tepki vermeden duvardaki yapay güneşe bakmaya devam ediyordu. Yüzünde durgun bir görüntü vardı ama içinde fırtınalar kopuyordu. Bir süre sonra oturduğu kanepeden kalktı odadaki diğer kanepeye uzandı. Başının altına annesinden yadigar ağaç motifli kırlenti almak isterken öksürmeye başladı. İğde’nin öksürdüğünü gören Börülce iyice sinirlendi ama İğde’nin bu duruşu karşısında kendini suçlu hissetmeye de başlamıştı. Börülce İğde’nin yanına diz çöküp:
“Özür dilerim. Sağlığını düşündüğüm için söylüyorum. Kırmasan beni... Hadi gidelim hastaneye.” dedi.
İğde Börülce’den uzaklaşmak istiyor. Börülce’yse kendini suçlu hissedip İğde’yi ikna etmeye çabalıyordu. Fakat tüm çabalar boşunaydı. Aslında Börülce sen bilirsin deyip arkasını dönüp gitse olay daha kısa sürede çözümlenecekti belki de.
İğde’nin öksürüğü ara ara devam ediyordu. Börülce de artık bu durum karşısında kendisini rahatlatmak için odada gezinmeye başladı. Pencerenin önüne geldi. Kaldırımda yürüyen insanlara dikkat kesildi. Maskeli insanların telaş içinde yürüdüklerini gördü. İçlerinde maskesiz yürüyen insanlar da vardı. Maskesiz insanların yürüyüşlerini, bakışlarını incelemeye başladı. Çoğunun yüzünde mutsuzluk, endişe olmadığını farketti. Kabullenmek, var olan durumu benimseyip yaşayabilmek böyle bir şey mi? diye sordu kendince. İnsanları incelemeye devam ediyor farklı farklı çıkarımlar yapıyordu. Ta ki İğde’nin tekrar öksürdüğünü duyana kadar. İğde’ye doğru döndü yüzünü. Konuşacak oldu konuşmadı. Ne yapması gerektiğini bilemiyordu artık. Yanına doğru yürümeye yeltenirken dışarıda giderek yaklaşan bir sesin olduğunu farketti.
...fesçiiiiiiiiii.
…alırıııııımmmm…nefesçiiiiiiiii.
…fes alırımmmm…geldi nefesçiiiiiiiiiii.
Nefes alırımmmm nefes veririmmmm…
Nefes alırımmmm nefes veririmmmm, nefesçi geldi nefesçiiiiii.
Duygu Gültekin
2023-07-28T13:52:17+03:00"Sarılmanın insanların ördüğü duvarları parçaladığını ve hayata dair asıl nefes almanın sevdiği insana sarılmak olduğunu düşünürdü." Kaleminize sağlık.