Sevgili günlük, bugün biraz öfkeliyim. Öyle özel bir durum yok merak etme. Her zamanki şeyler. Her gün aynı şeylere öfkelenmek beni daha da kötü yapıyor. Hayır yani şöyle ara sıra olan kötü bir şey olsa biz de asabiyetin, öfkenin değerini bilsek. Arada lazım falan desek. Ama her gün aynı şeylere öfkelenmek insanın etinden, nefesinden alıp alıp götürüyor uzaklara. Misafirliğin bile bir usulü var, rahat bırak beni, diyesim geliyor bazen. Kime laf anlatacaksın ki karşıdakiyle konuşamıyorsun bile. Yani konuşuyorsun, gülüyorsun, eğleniyorsun sanıyorlar. Öyle güzel rol yapılıyor ki bir saniye önce "ben neden buna katlanıyorum" dediğin şeye karşı gülümseyerek konuşuyorsun. Al işte sana oyunculuk. Duygu geçişleri desen efsane. Onları bile kölemiz yapmışız artık. Sevmediğim bir şeye karşı gülümseyerek kimi kandırıyorum acaba? Ah günlük, keşke değiştirebilsem bazı şeyleri. Önceden değiştiririm sanıyordum, inanıyordum buna. Baktım ki ben değişiyorum, başka bir yola sapmışım. Karşıdakini yakalayacağım derken ben kaybolup gidiyorum. Hiç iyileşemeyecek bir yara olduğunu anlıyor insan. Ya da öyle sanıyoruz. Bir şeyin varlığı neden insana bu kadar acı veriyor ki? Huzur'da çok güzel bir cümle vardı. Tam hatırlayamıyorum ama 'bazıları varlığıyla bile insanlara hayatı zehredebiliyor' tarzında bir şeydi. Bu cümleyi çok düşündüm, hâlâ da düşünürüm. Kendi hayatına sığamamış da hâlâ başkalarından bir şey çalmaya çalışan insanlar... Sadece varlığıyla bile insanlara acı vermek. Bir insana kötülük yapmak bu kadar kolay işte. Kendi hayatını yaşarken başkalarını süründürerek taşıyorsun yanında. Ve buna yaşamak diyorsun. Ne kadar da farklı yaşanıyor bu hayat. Yaşanan hayatlar ve yaşanmayı bekleyenler... Bazı insanlar özgürlüğü yanlış anlayıp fazla abartıyorlar. Kendi özgürlüklerine başkalarını köle yapıyorlar. Sonrası sinir, öfke, iyilik ve güzellik. Daha ne olsun?