Keşke insanların her döneminin bir odası olsa, oradan oraya bir labirent gibi gezsek hayatımız boyunca. Tıpkı didemin bahsettiği Muc'ın evi gibi. Didemi de aldım yanıma, bu kez sana yazıyorum Nil. Didem gözleri mutluluktan ve gururdan buharlaşmış bakışları ile bu kez bana değil sana bakıyor, tıpkı benim gibi.


Debelenmeyi bıraktım, çığırtkanlığı da. Yani artık seleci de değilim limoncu da. Evinin önünden ağlayarak geçerken göremezsin beni. 17 yaşımda nasıl tek başıma İzmir/Dikili otobüsünde yüreğim küt küt atarak ve soğuktan titreyerek gittim ise ilk yolculuğuma şimdi ardımda koca bir ülke taşıyorum. Koca bir tarih taşıyorum Nil, görsen gözlerin heyecandan öyle büyür ki yerlerinden fırlayabilir. Öyle ki, her yerde gözlerini aramak zorunda kalırız. 2300 yıllık eserlerle konuştum, her biriyle tek tek. Tarihin başlangıç anına tanıklık ettim ve bugünün tohumlarından bahsettim onlara umutlarını kaybetmesinler diye. Diktikleri fidanların bugün meyvelerinin renkleriyle yüzümü boyadığımı anlattım, yüzümü gizleyebilmek için.


Yakıp yıktım neredeyse tüm odalarımı. Muc bana defalarca kez ihtar gönderdi evden çıkmam için. Reddettim, bir pencereye daha taş attım her yeni gelen ihtar mektubu ile. Kırılmaz o çelik kapının acısını evin her bir köşesinden çıkardım, perdesinin ucundaki dantellerden bile. Dantelleri sökerken ellerim kanadı ve evin her yanına saçtım kanımı. Ne kadar çirkin ne kadar ucube olursam çelik kapı benden o kadar tiksinir sandım. Kapıya hiçbir şey olmadı biliyor musun? Sadece o kapının duvarları dile gelmedi. Diğer tüm duvarlar yalvarırken durmam için ve beni teselli ederken sadece o duvar elini omzuma koymadı.


Didem bu esnada sadece izledi beni. Ellerimin kanından yüzümü göremezken, lavanta kokusunun yerini barut kokusu almışken didem sakinleşmemi bekledi. Buna da sinirlendim tahmin edebileceğin gibi. Ben perişan halde iken onun tertemiz kıyafetler içinde yangınımı izlemesi ateşimi harladı. Elime geçen ilk barut hüzmesini kıyafetine sürmek istedim, o da benim gibi kirlensin diye.


Yapamadım en nihayetinde. Yüzündeki gülümseme ile benimle gurur duyuyor ve aynı zamanda haklı buluyordu. Sonra yakınına yaklaşınca üstündeki lekelerini gördüm, geçmişinin acısını vücudunda nasıl taşıdığını gördüm, tıpkı dek ve dak gibi. Eğer dideme yazdığım mektupları okursan göreceksin, ona "Ben sen olmaktan korkuyorum didem" demiştim bir keresinde. Birbirimize dönüştüğümüzü gördüm gözlerine bakınca.

.....


Aradan aylar geçti Nil.Çok harabe gördüm, çokça ölü... Çok fazla yasa tanıklık ettim ve öyle ki "yas" oldum artık. Yüzüm değişti, derim erirken aşağıya sarkıyor yaşıma inat. İnsanlara anlatamıyorum, kemiklerimin huzmesini görmelerinin sebebinin aslında irademin yitişi olduğunu söyleyemiyorum.


O kadar şey değişirken, değişmeyen tek şey tarih ile olan münasebetim oldu. Sana bu mektubu antik bir kentin ortasından yazıyorum. Gururlu olmam gerekir, heyecandan nefes alamaz olması gerekir ciğerlerimin. Ama sanki geldiğim bu topraklar yasımı gördü ve öylece sahiplendi beni, ya da artık gerçekten hiçbir yere ait değilim. Bilmiyorum. Habibi Neccar yaralandı, Fas'ın topraklarında o eski koku yok artık. Her sarsıntıda elmacık kemiklerimden şakaklarıma kemiklerim kırıldı. Anneannemin suratında gördüğüm çizgiler arttıkça her şey daha da ağırlaştı sanki.


Yalan söyleyerek gelmek istemedim buraya, halet-i ruhiyemi gizleyen maskelerim'den birini takıp gelseydim şayet, bu terbiyesizliğimi toprağın hiçbir karışı affetmezdi, biliyorum. Tüm yorgunluğum, yılgınlığım, mahcubiyetim ve tarihimi koruyamamış olmanın verdiği utançla geldim. Af dilemeye geldim.


Bir akşam mutfakta kendimi yabani bir çiçek gibi hissettiğim o ana kadar tüm yüzleşmelerimi geride bıraktığımı sanmıştım. Yanılmışım, Nil. Baba figürünün ne demek olduğunu bilmemek ama bilmediğin halde o duyguya imrenmek, imrendiğini fark ettiğin an kendine bunu had görmemek... Köşeye çekilip içime kapandım o yüzden. Sindirmeye çalıştım, hayatım boyunca önüme molozlar halinde yıkılacak bu baba enkazının cesetlerini nasıl toplayabilirim daha fazla? Niyetim senden bir cevap beklemek değil, inan. Sevgili didem de bir şiirinde "Babama söyle, o artık gelmesin" derken kendini telkin ediyordu aslında, çünkü zaten babasının gelmeyeceğini biliyordu.


Sana yaramı tüm çıplaklığıyla ilk defa açtım güzel Nilim. Yaralarımızın toprağı aynı, biz seninle farklı yıllarda aynı toprağa ekilmiş iki tohumuz. Büyüdüğün zaman sancılarının sebebinin farkına vardığında toprağından güç alman için kustum irinimi. Odamda bana sarılıp ağlarken söylediğin sözü hayatım boyunca unutmayacağım, yıllar önce ben de aynı cümle ile ağlıyordum çünkü. O omuz hep orada olacak, söz veriyorum.



Sana, bir çiçeği büyütmenin su vermekten ibaret olmadığı bir hayat diliyorum. Umarım hayatına aldığın insanlar da sana sadece su vermez, aksine can suyu olur.