1.Bölüm: Rengarenk Acılar


Kalbimde öyle bir filiz yeşerttin ki o filiz yavaş yavaş nefes alınmaya gelinen bir bahçe oluverdi, karanlıktayken elimi tutup beni aydınlığa çıkardın. Şimdi sen olmasan bile aydınlıktan ayrılamayan biri oluverdim. Kimse ayaklarımı senin gibi yerden kesemediği gibi kimse içimdeki bahçenin ağaçlarını kurutamıyor. Ara ara sonbahar geliyor elbette, ağaçlar yapraklarını bankların altına döküyor bir hazan sarıyor bedenimi, gün geçtikçe kalbim üşümeye başlıyor, bankların üstü bembeyaz oluyor. O zamanlarda seninle olan anılarımız beni ısıtmaya başlıyor sonra karar veriyorum dimdik durmaya, kalbimi ısıtan anıların, yavaş yavaş gitmeye başladığında ilkbaharın geldiğini ağaçların tekrar yeşerdiğini gökyüzünün maviliğini görüyorum, gülümsüyorum, sana tekrar tekrar teşekkür ediyorum, bazı bazı buradayken sana sarılamadığım için, bundan utandığım için kendime kızıyor ve ağlıyorum ama sonra durup bana söylediklerini anımsamaya çalışıyorum, kendini sev dediğini, yalnız kaldığında kendine sımsıkı sarıl dediğini ve hatta ben hep yanındayım dediğini hatırlıyorum.


Elimden tuttuğu için sen o küçük çocuğu seversin. Gerçi sen hepsine büyük bir saygının yanında sevgi de beslersin, tıpkı beni sevip hayata karşı dayanaklı yaptığın gibi, beni sevgin ile havalarda uçurduğun gibi, gülümsemeyi öğrettiğin gibi, ağlamayı sevdirdiğin gibi, beni kendimle barıştırdığın gibi, ben karşılık vermesem de bana sonsuz kez sarıldığın gibi...


Şimdi seninle konuştuğum için tüy kadar hafif olarak arşınlayacağım kaldırımları, sonra belki sahile giderim bir çiçekçi görüp senin için birkaç buket alıp evde en sevdiğin vazoya yerleştiririm. Hem geçen aldıklarım soldu sanki, onlar da senin içindi.


Kabristan girişleri soğuktur bilirsin, yaz güneşi tepede olsa bile parmak uçların donar, fırtınalı bir günde paltosuz kalmışçasına üşürsün, ben de öyle oldum. Sonra mezarlardakilerin ismine bakarken seninki ile göz göze gelince durdum, birbirine kenetlenmiş parmaklarım yavaş yavaş açıldı, ufaktan gülümsedim, yine, yine senin konuşmaların doldu kulağıma, girişte adım atmayan ayaklarım koşmaya, kalbim hızlı hızlı atmaya başladı.


Geçen günkü rüyamı hatırlayıp sana kızmak için gelmişti başta ama sonra buna hakkım olmadığına emin olup vazgeçtim ve sana tekrardan teşekkürü bahane edip mezarının başına oturdum.


İyi ki varsın Ay ışığı, iyi ki varsın. Seninle gelmiş geçmiş biri gibi konuşmak canımı yakıyor bu yüzden bunu sevmiyorum, sen hep benimlesin söylediğin cümleler yaptığın şeyler, bana öğrettiklerin hep benimle, bana verdiğin sevgi tohumunu yine seninle büyüttüm, belki meyve verirken sen elimi tutmuyordun ve hatta yanımda bile değildin ama senin bana verdiklerin benimleydi, elimi onlar tuttu, kim bilir onlar olmasaydı nasıl dayanırdım bu kadar zorluğa?


🎼


Önümdeki kağıtlara bakıp derin bir iç çektim, ne gerek vardı ki bu saçma testlere? Kağıtların hepsini toplayıp çöpe attığımda bölüm hocası ile göz göze geldim, tek kaşını kaldırıp ne yapmak istediğimi sorgular gibi bakmaya başladı, diğer öğrenciler hayretle ağzını açmış ne diyeceğimi bekliyorlardı lakin benim ne hocaya ne de diğerlerine vereceğim net bir cevabım yoktu, muhtemelen bu yaptığımdan sonra okuldan atılırdım.


Boğazımı temizlemek adına iki kere öksürüp çantamın olduğu sıraya doğru yavaş adımlarla gittim, bu süre zarfında hocanın sessizliği beni iyiden iyiye korkutuyordu. Çantamı alır almaz sınıftan koşar adımlarla çıktım, fakültenin en dahi öğrencilerinin arasından geçerken kendimi çok büyük bir başarıya imza atmış gibi hissediyordum ve hatta sanki kağıtları atarak öğrencilik hayatımı bitirmek yerine öğrencilerin hayatını kurtarmışım gibi hissediyordum.


Birkaç kişiye çarparak koridorun sonuna geldiğimde nefes nefese merdivenleri inmeye başladım, ceketimi unuttuğum aklıma gelince ani bir durma seansından sonra birkaç vefalı dost çıkabileceğini düşünüp tekrar koşmaya başladım. Neyden kaçtığımı bilsem de kaçmamın hiçbir amacı yoktu, asla yoktu. Bana ne yapabilirdi ki? Birkaç iğneleyici söz, aptallığımı savunma mekanizması, birkaç ufak gülüş ve okulla olan ilişkimin sonlandığı belge.


Aslında iyi ki de çıktım oradan, önü sonu aynı şey olacaksa aptal sözleri duymama hiç gerek yok. Yaptığım şeyde kötü olan tek bir nokta var, o da saygı hususu, bizzat annemden ve babamdan öğrendiğim insanlara karşı nazik ve saygılı olma ilkesini bir parça çiğnemiş olduğumu ve dahi bunun için özür dilemem gerektiğini kabul ediyorum.


Fakülteden bayağı bir uzaklaşınca kendimi kaybolmuş gibi hissettim, bilmediğim bir sokaktaydım, en kötüsü de koşarken etrafıma bakmadığım için çıkmaz bir sokakta oluşumdu.


Kafamı toparlamak için bir köşeye geçip beklemeye başladım, derin derin nefes alıyor bir yandan da etrafıma bakıyordum.


Ters yöne doğru yürümeye başladım, ayağımdaki ağrının tarifi yoktu, kalbim hızlı hızlı atıyor aynı zamanda nefes alışverişlerim temposunu arttırıyordu.


Girdiğim mahalleden çıktığımda oldukça rahatlamış hissediyordum.


Üstü mor salkımlı sarmaşıklarla örtülmüş gibi duran bank beni gülümsetince hızlıca oraya doğru gittim, arka arkaya olan banka gülümseyerek baktım, diğerinde biri oturuyor olsa da bu beni pek ilgilendirmiyordu.


Boş olanına oturup derince bir nefes alıp huzurla verdim, stresli, gergin ya da korkuyormuş gibi hissetmiyordum, attığım sınav kağıtları beni gülümsetiyor aynı zamanda nedenini bilmediğim bir şekilde kalbime müthiş bir rahatlama hissi veriyordu.


Evdekilere ne diyeceğimi kestiremesem de şu anlık bunu umursamak istemiyordum, haklıydım sonuna kadar haklıydım, 4 senelik emeğimin 15 dakika içinde bitmesi attığım saçma kağıtlardan çok daha kötüydü.


O kağıtları atmamın hiçbir işe yaramayacağını düşünmek beni içten içe üzüyordu, gecelerimi gündüzümü feda ettiğim fakültede yaşayacaklarımın bu kadar kötü olması... Ah her neyse.


Telefonuma gelen mesajla irkildim, arkamda oturan adamın gittiğini fark ettiğimde telefonumu çıkarmaya çalışıyordum.


Bugünkü hastane randevunuza 45 dakika kaldı.


6 gün önce kaydettiğim hatırlatmayı görünce umutsuzca nefes verdim, ayaklarım yürüdükçe geri gitmeye çalışacak, kalbim hızlı hızlı atacak ve sonuç değişmeyecekti, ne zaman değişmişti ki?


Surat asarak ayaklandığımda kime kızdığımı ben bile bilmiyordum.


Hızlı olmaya çalışarak metro istasyonuna gittim, binmem gereken metroyu görünce daha da hızlanıp bir yer bulmaya çalışıyordum ki adamın biri kalktığında minnet dolu gözlerle bakıp teşekkür ederek oturdum.


Metro hareket edince insanların geneli asık suratla etraflarına bakıyor bir yandan da ofluyordu. Buna karşın gülümsemeye çalıştım, az önceki gibi üzülmem neye yarayacaktı ki? Hem bilirsiniz hayat üzülmek için çok kısa.


Hastaneye yetiştiğimizde gülümsememi arttırarak koşar adımlarla içeri girdim.


Her şey düzelmiş olacak Ayşan, gireceksin ve kucak dolusu bir mutlulukla çıkacaksın.


Sıranın bana gelmesini beklerken ayağımla ritim tutuyor bir yandan da alt dudağımın içini ısırıyordum.


Adımı ekranda görünce kapıyı tıklatıp odaya girdim.


"Merhaba Ayşan"


"Merhaba Doktor" gözlerim istemsiz doluyordu, 6 aylık tedavimin hala devam ediyor oluşu sanırım iyiden iyiye sinirimi bozuyordu, havaya bakıp gülümsemeye çalıştım, doktorun karşısına oturduğumda o da benim gibi gülümseyerek konuşmaya başladı.


"Sana bir iyi birde kötü haberim var"


"Ne güzel, iyiden başlayalım o halde"


"Artık hastaneye gelmene gerek yok, yani çok fazla zorlanmadıkça-" durdu, kafasını başka bir yere çevirdi, dudakları düz bir hal alınca ne diyeceğini tahmin ediyordum. İyileştin diyecekti, sadece kendini zorlama, hepsi bitti diyecekti.


"Ayşan hastalığının iyileşmesi gibi bir durum ne yazık ki söz konusu değil. Sadece daha kötüye gitmez o kadar" dişlerimi sıkmaya başladım.


"Artık hastaneye gelmene gerek yok çünkü bir tedavisi yok, vücudun bu hastalığı atlatacak kadar güçlü değil-" sözü bitmemişti ki sesli bir şekilde gülüp kafamı öne eğdim, iki elimle saçlarımı geriye götürüp bekledim, kafamı kaldırıp gülümseyerek konuşmaya başladım


"Teşekkür ederim Doktor, tüm her şey için" ayağı kalktığımda şaşkınca baktı


"Üzülmedin mi?"


"Hatırlıyor musun biri vardı, sürekli fıkralar anlatırdı ve ona hep niye bu kadar şaka yapmaya çalıştığını sormuştu diğeri, yani arkadaşı. Evet sanırım bu tabir doğru. Neyse, ne dediğini anımsıyor musun? En büyük şakayı hayat bana yapıyor ve en komik şakası da ölümün bana gülümsemesi*"


🎼


*Ek Villian filminden alıntı bir cümledir.