5. Bölüm Ağustos Sırılsıklam
Bugün Meydana gittim, dik yokuşları ağır ağır çıkarken baloncuyu gördüm birdenbire tüm balonları bırakışını esefle izledim, neden bilmiyorum o balonlardan vazgeçmesi yüreğimin burkulmasına neden oldu, sonra biraz daha ilerledim sahile doğru, inanır mısın pamuk şekerciyi aradım ilk defa, lakin yoktu yerinde, ya hu dedim kendi kendime; başka bir meydana gitmiş olmasın? Gitmiş Ayışığı, pamuk şekerlerini almadan binmiş birinci trene, sanki trende verilecekmiş gibi...
Her neyse Ayışığı, yavaş yavaş unutuyormuş gibi hissediyorum ama bu 11 ayı yaşamak gibi ağustos kapıyı çalınca ona saklanıyorum, köşede bir yere, öylece bekliyorum, korkuyorum Ayışığı, isyan etmekten ölesiye korkuyorum, ya gaflete kapılıp neden ben dersem? Ben bu dünydaki mutluluğu istemiyorum Ayışığı, ben seninle ikinci trende buluşmak istiyorum, hem o zaman sana pamuk şekeri de ben alacağım, o zaman seni ateşe attığımı düşünmeyeceğim Ayışığı.
Her neyse gitmem gerekiyor herhalde, hoşça kal.
*
Bizim evden çıkınca renkli merdivenlerinde olduğu uzunca bir yokuş var, yol 2'ye ayrılmış, bir tarafı merdiven diğer tarafı ise biraz eğimli bir yokuş, yokuştan bisikletle inmek inanılmaz bir mutluluk verse de uzun zaman önce bunu yapmayı bıraktım.
Aslında bu öylesine bir bırakma değildi, benimle birlikte çoğu kişi saatlerce eğlendiği o yokuşa belalar okuyarak bırakmıştı oradan kaymayı. Şimdi düşünüyorum da ne acımasız veletlermişiz, günler boyu orda eğlendiğimiz halde bize zarar verdiği an küfürler savurup terk ettik koskoca yokuşu. Her neyse kolumu kırmamı edebiyata bağlamaktan vazgeçtim, haklıyım bana zarar verdiği için bırakmam doğru bir karardı, hem bisikletimi de hurdaya çevirmişti, kıskanç yokuş.
Düşüncelerimin arasından beni çekip çıkaran sese odaklandım.
"Hadi kızım, bu ceketi de giy üstüne." Annemin elinden ceketi alıp ayağı kalktım.
Babam kapıyı açıp dışarıda bizi beklemeye başladı, ağır adımlarla yürümeye başladığımda gözüm Muallimi aradı ama göremiyordum. Umutsuzca nefes verdim, nereye gitmiş olabilirdi ki?
"Neye bakıyorsun Ayşan?" Annemin sorusuyla afallayarak konuşmaya başladım,
"Hiç, hiçbir şeye bakmıyorum. Anne senden bir ricam var." sesimi alçaltarak konuşmaya başladığımda annem sorgulayıcı gözlerle bana bakmaya başladı
"Biraz yürüyüp temiz hava almak istiyorum, lütfen itiraz etme, 2 haftadır hastanede kontrol altındayım zaten, iyileştim sayılır."
"Hayır Ayşan..." annem konuşmasını bitirmeden babam araya girdi:
"Hanım haklı kız, sonuçta 2 haftadır odadan çıktığı 3 4 gün. Bırak, yürümek ona iyi gelecektir" gülümseyip saçımı okşadıktan sonra arabanın kapısını açtı. Annem de kabul edince onlar eve gitti bende yalancı mor salkımlı banklara doğru yürümeye başladım.
Günden güne kötüleştiğimi biliyordum ama yapacağım bir şey yoktu, Muallim birkaç gün yanımdaydı ama daha sonra o da gitmişti, yine veda etmeden...
Banklara yetiştiğimde kızın biri telefonda biriyle konuşuyordu, kulak misafiri olduğumu söylemem doğru olmaz, kızın halini görünce özellikle dinlemeye başladım ne dediğini.
"Abimin durumu ağırlaştı." arkamdan gelen sesin kime ait olduğunu bilmiyordum ama defalarca kez buraya gelenlerin yaptığını yapan biriydi. Acaba benim haricimde buraya gelip dert dinleyen var mıydı?
"Dayanamıyorum artık dedi geçen gece, imtihan dediysem de dinlemedi, her geçen gün düzelmek yerine daha da berbat oluyor her şey, onun ağlamasına dayanamıyorum" sesindeki çaresizlik birçok kez yaşadığım bir duyguydu, her şeyin bittiğini hissettiğim ama yıkılmaya bile mecalimin olmadığı zamanlara ait ses tonu, bunu çok iyi biliyorum, kız konuşuyordu ki araya girdim ve direkt kendisine sordum.
"Neyi var?" Düz bir ifade kullanarak sorunca sanki benim burada olduğumu yeni fark ediyormuş gibi sesler çıkararak iki kez öksürdü, kendisini dinliyor olmama bozulmuş gibiydi.
"Kanser hastası, kemoterapiden çıktığında öyle umutsuz oluyor ki..." Durdu birden bire sanki sözü kesilmişte buna bozulmuş gibi, konuşma sırası senin olsun der gibi, aklıma gelenleri söyleyecektim ve çoğu saçma olacaktı, olsun önemi var mı ki?
"Ona masal anlat, binbaşı ve prensesten bahset, kimi zaman Pamuk Şekerci'nin aslında pembe pamuk şeker satmadığını söyle, paltolu adamın deniz kıyısına bir kez bile gitmediğinden bahset sonra gökyüzünü anlat ona, gökyüzünün güzelliğini... Sonrada gece olmasından, gecenin en karanlık vaktinden ve sonra da ekle; en karanlık geceden sonra ne olduğunu. Kimi gecelerin uzunluğunu söyle ardından uzun geceleri atlatabilenlerin en uzun gündüze ulaştığını ekle. İmtihan deyip geçme, imtihanın güzelliğinden bahset, zorluğun kolaylığından, bir kapı kapanınca iki tanesinin açıldığından, düzensizliğin düzeninden bahset. Sonra onun için, onun güvenliği için, onun huzurla dolması için, onun sana sarılabilmesi için can verenleri anlat." burnum karıncalanmaya başladığında durup gözlerimi kapattım ve konuşmaya zorlanarak devam ettim
"Hayatın, yaşamanın güzelliğinden bahset..." derin bir nefes aldı, oldukça uzun bir süre ayaklarıyla ritim tuttu, ne diyeceğini bilmez sesler çıkardıktan sonra güçlükle konuştu, gülümsedi, zorunluluk içeren bir gülümseme, telefonu kapatıp konuşmaya başladı.
"Abim duymuyor." Birbirine kenetlenmiş dişlerim gevşedi, gözyaşını güçlükle tutan göz kapağım kapandı, göğsümün daraldığını hissettim.
Ellerim titremeye başladığı sırada ne yapacağımı bilmiyordum, içime dolan çaresizlik hissi kocaman bir yük oldu adeta, göğsümde defalarca kez çırpınan ama hiç uçamayan onlarca kırlangıç varmış gibi hissettim, uçurtmamı açmışımda ipi kopmuş gibi rüzgarsız havada, sanki ağaçların kuru dalları göstermiş kendini ilkbaharda, günlerce beklediğim mektup yırtılmış sanki, küçük bir kız çocuğuyum da elimdeki bebeği almışlar benden, zinciri atmış bisikletin pedalını suçluyorum sanki.
Kız kalktı, ellerini cebine koydu, yavaş yavaş yürümeye başladı, son kez yüzünü -yüz ifadesini- göremedim belki de istemedi, ben de istemezdim.
*