Yüzyıllardır güncel konular arasında hiç yerini bozmamış, kimi başarılarıyla kimi güzellikleriyle her zaman konuşulan kadınlar dün de bugün de yarın da konuşulmaya devam edecek elbette.

Adına onca şiirler, romanlar yazılan; aşkı kadının göz kapaklarına sığdıran Özdemir Asaf’ı, kadının bastığı kırk yıllık betonu çayır çimen yapan Nazım Hikmet’i, kadını gökyüzündeki bulutlara sığdıran Atilla İlhan’ı, ne yana baksa gördüğü Ayten ile Ümit Yaşar Oğuzcan’ı, sevdasından gözleri dolan Ah Muhsin Ünlü’ yü, kadının bir bakışıyla ölebileceğini yazan Sezai Karakoç’u okuyorduk.

 Bu kez ağırlıklı olarak 3. sayfa haberlerinde görüyoruz kadını. Gün geçtiğinde varlığı gibi değeri de hor görülüyor insanların ellerinde. Tüm yükün altına girip de bir tokada boyun eğen kadın tanımı neyi karşılıyor ülkemizde? O saatte dışarıda olduğu veyahut kahkaha attığı, boşanmak istediği için mi bu kadar kutsal bir annelik vasfının yüklendiği kadın ayaklar altında? Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmanın koşulu çocuğunun “anne lütfen ölme” feryatlarıyla “ölmek istemiyorum!” diyerek göz yummak mıydı hayata? Kadın kendini savunduğu zaman işkence mi görmeliydi? Yalnız yürüdüğü zaman yakılarak can mı vermeliydi? Kadın parçalara ayrılabilmek miydi insanlık susarken? Tek bir sesin tüm evrende çığlık olabilmesini dilemek miydi kadın? Hangisinin kınası daha erken karışır suya bilinmez. Kimse merak da etmez. Onların gözünde 3 koyun bir kadına eşdeğer mi yoksa?

Kadın susturulmuş tüm kadınlar uğruna haykırmak istiyordu. Mesele duyulup duyulmamak değildi, güç kazanmaktı kirlenmiş beyinlerin karşısında. Korumak zorunda olduğu namusu ve sevmeye yasaklı töreleriydi kadın. Her yerde olup kimsenin görmediği, her geçen gün şiddeti arttıkça herkesin seyrettiği, çantasında biber gazı bulundurmanın zorunda bırakıldığıdır kadın. Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Odası’nda şiir kitaplarını baştan sona istila etmiş tarihte ise adının geçmediği, kurmacalarda kralların hayatlarına hükmettiği, gerçek hayatta ailesini parmağına zorla yüzük taktığı herhangi bir delikanlının kölesi olarak bahsettiğidir kadın.

 Yanıtlanması gereken bu soruların bir çözüm yolu vardır muhakkak. Şule’yi, Emine’yi, Helin’i, Özgecan’ı, daha seslerini duyamadığımız nice kadınları hatırlayacaksak eğer, günlerce susturulmuş tüm kadınlar için haykıracaksak, suçlu görünenin bir kahkaha değil de gülümsemeden tahrik olan zihni kavrayacaksak eğer, korkularımızı umutlarımız bastıracaksa, küçücük bedenleri hasta ruhlara teslim etmeyeceksek eğer, her yaştan her kesime seslenip yazılar cinsiyetsiz okunacaksa eğer… Anlaşılmak, tüm kadınların ve insanlığın seslerine kulaklarımızı tıkamamak umuduyla çözümü bulunur elbet.