Üç ay kadar önceydi. Görevlendirme gittiğim okuldaydım. On birinci sınıflarla, Selahattin Eyyubi üzerine hararetli bir tartışmanın ortasındayken telefonum çaldı. Kendi okulumdan, idareden arkadaşımdı arayan. Benimle çalışacak olan öğretmen adayı arkadaşlar gelmişler ve beni soruyorlarmış. Haydaaa! Nasıl etsek ki şimdi? Selahattin Eyyubi dediğimiz, öyle ha deyince neticelenecek bir mevzu değildir ki... Neyse. Dedim "hocam, benim bir saat dersim boş. O ara geleyim de tanışalım arkadaşlarla." 


İşte öğretmen adayı arkadaşlarla tanışıklığımız böyle başladı. O bir saatlik boşlukta ben, atladım gittim okula. İkisi kadın ikisi erkek dört aday arkadaşımı kantinde buldum. Yeni bir ortama giren her yabancı kişi gibi onlar da yabancılıklarını, sohbetleriyle birbirlerine tutunarak eksiltiyorlardı. Aralarındaki sohbet, "kim ki bunlar" anlamına gelen bakışları absorbe ediyor, geçici de olsa bir rahatlık sağlıyordu. Ve onlar, sohbetlerinin koruyuculuğu altındayken ben, bir anda çıktım karşılarına ve "kalkın bakalım ayağa" diye bağırdım. Şaka yapıyorum, ne bağırması. Siz de hemen inanıyorsunuz. Yanlarına gittim ve "hoş geldiniz arkadaşlar" dedim. Dedim ama sahiden de merak ediyorum; beni ilk gördüklerinde ne hissettiler acaba? Düşünün; bir anda karşınıza kel kafalı, bıyıklarından dudakları görünmeyen bir adam çıkıyor ve siz, aylarca muhatap olacaksınız onunla. Üstelik bu adam, okulda geçirdiğiniz süreler boyunca yapıp ettiklerinize not verecek, devamsızlık kayıtlarınızı tutacak, evraklarınızı düzenleyecek... Ne tuhaf, değil mi? Ben, aday öğretmen arkadaşlarım ile tanışmaya gittiğimde sahiden heyecanlıydım. Aklımda ne not, ne devamsızlık ne de buna benzer şeyler vardı. Sadece şunu hissediyordum; güzel yurdumun güzel insanlarına bir şeyler öğretecek genç arkadaşlarım ile tanışacağım ve birlikte bir şeyler üreteceğiz. Ben sahiden böyle hissediyordum ama işte aramızda, resmiyet dediğimiz bir şey vardı. Ve resmiyet, sadece yapılan bir dizi iş ve işlem değil de insanlar arasındaki ilişkileri belirleyen, paralize eden de bir şeydi. Ve o an anlamıştım ki ben, birlikte geçireceğimiz tüm süreç boyunca işte bununla, yani resmiyetle kavga edeceğim...


Hatırlar mısınız, Hababam Sınıfı filminde Mahmut Hocanın okulla ilgili sözlerini? "Okul" diyordu Mahmut Hoca, "sadece dört yanı duvarla çevrili, tepesinde damı olan yer değildir. Sırasında bir orman, sırasında dağ başı, eğitimin ve bilginin olduğu her yer bir okuldur. Yaşamayı, mücadele etmeyi, bilgili olmayı, en önemlisi kendinize karşı saygılı olmayı öğrenirsiniz okulda. Ve bu saydıklarım eğer yoksa, orada sadece bir taş yığını vardır..." Bu sözler, çok güzel anlatmıyor mu okul dediğimiz şeyi. Sahiden de okul, dört duvarı ve damı olan bir taş yığını değildir ve her şeyden önce bilginin ve eğitimin olduğu yerdir. Ancak yine de bu sözlerde, bazı şeyler eksik gibi geliyor bana. Öğrencilerimi düşünüyorum; hiç bir öğretim amacı olmadan yaptığımız sohbetleri ve tartışmaları, öğretmen arkadaşlarımla bir araya gelip türkü söylediğimiz akşamları, yaptığımız esprileri, yurt sorunlarına karşı dayanışmamızı... Okul dediğimiz, bunları da kapsamıyor mu?


Size eski bir anlatıdan bahsedeyim. Derler ki ulu ozanlar; önce boşluk vardı. Birinci gün bu boşluk kazılıp düzleştirildi. İkinci gün temel atıldı. Üçüncü gün kaba inşaat yapıldı. Dördüncü gün tesisat işleri bitirildi. Beşinci gün kapı ve pencereler takıldı. Altıncı gün masa ve sıralar ve ders kitapları getirildi ve okul, tamam edildi. Ve derler ki ulu ozanlar;


Kitabın kalemin alıp gelene

Kan uykudan kalkıp yedene

Okul bir muhabbed bendidir

Hü diyelim bu gerçeği görene


İşte böyle diyor eskiler. Okul, sadece ders için, eğitim-öğretim ya da bilgi için değildir. Bu sadece işin yüzeysel, görünen kısmıdır. Onun temel amacı, insanı insana ulamak, dost, arkadaş, kardeş, sevgili kılmaktır...


Bir düşünün dostlar, okul olmasa bunca çocuk, genç, bunca arkadaşı, sırdaşı, sevgiliyi nerede, nasıl bulurdu? Körpecik kuzular okulsuz, bir ömür yapayalnız kalmaz mıydı? Okul olmasa ben, bunca güzel dostu, yiğit arkadaşı nasıl tanırdım? Cânım öğrencilerimi ve onlarla yaptığımız cânım sohbetleri nasıl, nerede yapardık? Ve bu güzel öğretmen adayı arkadaşlarımla nasıl bir araya gelir de tanışırdık okulumuz olmasa?


Tanıştığımız gün ve sonrasında içimde hep bu duygular oldu işte. İstedim ki aramızda bir resmiyet değil dostluk olsun. Değil mi ki okul, insanı insana ular... Ve yine istedim ki onlar da okulu, işte bunun bir vesilesi olarak görsünler. Yani gidecekleri yeri, gidecekleri yerin insanlarını, okullarını ve öğrencilerini sevsinler. Varsın bazı bilgileri öğrenemesin keratalar ama sevsinler öğretmenlerini. Aralarında resmiyetin soğuk yüzü değil, muhabbetin sıcaklığı olsun... Ve dostlar; öğretmen adayı arkadaşlarımın üç aylık staj süreci geldi ve geçti. Bugün, okulda son günleri. Okul olmasa, yolda görseler selam vermeyecekleri kel kafalı, bıyıklı adam onlara notlar verdi, evraklarını doldurdu. Ve ayrılacaklar artık. Peki ayrılırken hüzünlenecekler mi acaba ve hatırlayacaklar mı bu günleri? Öyle olacaksa şayet, görevimi yapmış sayacağım. Çünkü okul, çünkü okulda olmak bir güzel histir, bir güzel duygudur. Okul, bir muhabbet bendidir.



Umut Ulaş Çelik

9 Ocak 2024

Gültepe