Olmak ve bitmek, hayatın etrafında şekillendiği fiillerdir bunlar.

Bir kelime olmanın çok ötesinde iki kelam. Zira hayatta her gün bir şeyler olur biter ve sen olanı biteni anlamaya çalışırken her şey aslında olmuş ve bitmiştir. Olmayı biraz içselleştirdin mi varoluşun aklına gelir ve henüz varoluşunun bitmişliğe ermediğine kani olursun. Son derece sığ bir yaklaşımdır oysaki bu. Çünkü senin var olma safhan en nihayetinde olmuş ve bitmiştir. Bir canlı formu olarak bir insan bedeninde hayat kazanmışsındır ve bu senin varoluşunun var olma etabının bitişidir. Hayatı bu iki fiil arasına sıkıştırmak mümkündür aslında. Toplantılar olur, toplantılar biter; kutlamalar olur, kutlamalar biter; yolculuklar olur, yolculuklar biter; cenazeler olur ve cenazeler biter ki zaten cenaze ayrı bir öneme sahiptir, olmayı ve bitmeyi aynı anda barındırır.


Şöyle ki ölürsün ve varoluşunun bitişi bir törenin başlangıcına evrilir. Sahte övgüler olur biter, güneş gözlüğüyle örtbas edilen gözyaşlarına geçer sıra, son dualar okunur ve son temenniler edilir. Keşke o an mevtanın kalkıp ortamı süzme şansı olsa -uzun soluklu bir şanstan söz etmiyorum- baştan sona bakabilse tüm insanlara, bir oldu bittiye getirilen bakış dahi yeter. O zaman mümkün olur işte kendisiyle onları özdeşleştirmek.

Olmuş ve bitmiş bir zamanın kendisine layık gördüğü musalla taşıyla bir gün orada durup ağlayan ve ağlamayan herkesin muhakkak muhatap olacağını daha net kavrar. Çünkü olan her şey bitmeye mahkumdur belki her biten şey de olmaya mahkumdur ama bilemez bunu mevta. Zira bitmekten sonrası hakkındaki bilgisi mahalle imamıyla felsefe hocasının anlattıkları kadardır. Bu kesinlik arz etmeyen olmak bitmek serüvenindeki araf sürecinin bittiğine dair inancıyla kendini teslim eder gassala. En nihayetinde gömülür, üstüne topraklar dökülür ve bitmenin kendisiyle muhatap edilir mevta.

Mevta, bitmenin anlamına vâkıf olur mu bilinmez ama canının bir parça edebiyat, bir parça felsefe çekeceği kesindir. Gözüne nereden iliştiği bilinmez Hamlet’ten bir cümle sayıklar. “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu.”


Şu an oldum mu olmadım mı paradokslarında sürüklenirken olup olmamanın bir önem arz etmediği asıl önemli hususun olup olmamayı mesele etmek olduğu fikrinde karar kılar. Ama aklı hâlâ olup olmadığı ikileminde bocalamaktadır ki zaten artık mecazi değil hakiki manada beyni karıncalanmakta olan mevta olmuşluğunu haşerelerle bitmişliğe getirmezden evvel son bir Descartes cümlesini yineler, ''Düşünüyorum, öyleyse varım.'' Bu kelamı söylemeyi düşünebilecek kadarım ve hâlâ varım der, kalın kafalı mevta.

Ölenin arkasından kötü konuşmak ayıptır halbuki, ama aptaldır mevta ve kendisi hakkında kötü konuşmak neden yasak olsun ki? Üstelik kendi olmuşluğunun bitişini bu denli düşünen ve alternatif kabir altı senaryosunu yazan, hâlâ sizlerle varoluşunu devam ettiren biri.

Hasılı kelam olmak ya da olmamak değil mesele, mesele bunu kendine bir mesele etmende. Mesele olmak ve bitmek arasındaki yaşama, yeterince olmuş bitmiştik sığdırmakta. Bunu yapmazsan şayet her şey oldu bittiye gelir, sen olur bitersin bir daha olmuşlara bitmişlere sebebiyet veremeyecek şekilde ve ne derler bilirsin; olmuş ve ölmüşe çare bulunmaz. O yüzden sen çare bulunamayacak bir bitmiş olmak yerine, olmuş ve ölmüşe bulunamayacak bir çare ol mevta.