Yatağımda uzanıyorum fakat uykum yok. Sadece, yapacak daha iyi bir şeyim olmadığından tavanı seyrediyorum. Herkes en az bir defa yaşamıştır bu durumu. Bu sırada tavan civarında dolanan bir güve, elektrikli lambanın etrafında giderek küçülen halkalar çiziyor. En sonunda ampulün kendisine çarpıyor ve ısınmış lambadan geri sekiyor. Biliyorum ki lamba açık olduğu sürece bunu tekrar edecek ve bu şekilde burada can verecek. Ölüme doğru son sürat gitmesine rağmen sanki ölümden kaçıyormuşçasına telaşlı. Çarpıyor, bir daha deniyor. Defalarca sekiyor, pulları dökülüyor fakat vazgeçmiyor. Kendisini öldüren bu alışkanlığına bağımlı olmuş sanki.


Belki de evrim sürecinde tüm canlılarda ortak kalan tek içgüdü budur. Kendisini tüketen, yavaş yavaş öldüren şeylere bağımlı olma eğilimi. Bizde de var bu alışkanlık. Canımız sıkıldığında bir sigara yakarak yahut bir kadeh içerek, kendimizi ölüme bir adım daha yaklaştırarak rahatlıyoruz. Klasik bağımlılıkları geçtim, vücudumuza giren besinlerin bile en zararlıları hep en çekici olanları oluyor. Ciğerlerimizi eskiten oksijen, hücreleri yaşlandıran güneş ışığı, en çok ihtiyacımız olduğunu düşündüğümüz şeyler bile bizleri yavaş yavaş öldürüyor.


Son evre olarak da duygular var. Bağımlı olduğumuz her bir çağrışım, aslında canımızı en çok yakanlar. İnsanların aşk diyerek tutundukları hal ve bunu tekrar tekrar yaşamak istemeleri... Depresyon: İnsanın çok zor kopacağı, kendisine yaptığı bir işkence... En acı anılarımızı asla unutamayız, hatta onları hatırlatacak nesneleri çoğu zaman saklarız. Çünkü istemli ya da istemsiz, o acının bağımlısıyız.


Lambaya çarpan güvelerden hiç de farklı değilsin.


Ben de değilim. Bazen düşünüyorum, böyle konulara kafa yormak karakterim olmuş. Aklıma başkalarının can sıkıcı dediği fikirler gelmezse eksik kalırım sanki. Hayatta düşünecek çok daha keyifli meseleler varken zihnini ve de vaktini böyle doldurmayı seçmek, kendini yavaş yavaş tüketmek; enayilik gibi değil mi? Niye o zaman? Sonuçta herkesin daha çok seveceği, hayat dolu, yaşamaktan keyif alan birisi olmayı kim istemez ki?


Belki de ben istemem.