Kırmızıyı aldım, ördüm ve sakladım yaka cebimde;

Kelimeler dizdim, yokuşları çıktım

Fakat maviyi yetiştiremedim kaderime.

İçimi sıkıyor Kasım.

Yolları araladım seni düşündüm-

Kimlesin...

Güneş bana bir şeyler anlatıyor,

Sabah ayazında yola çıktığımda-

Bir buhran içimde.

Kalbimi bir demir yosunu tutmuş,

Parmaklarım sancıyor.

Elalemmiş, yollar darmış, gündüz kısalmış

Umrumda değil.

Gece, ay ışığı, ıslak bir öpücüktür gönlümü eğleyen.

Kitaplar ve tozlu raflar bana ölümü çağlıyor!

Bilmem kimde aradın suyu,

Dalgaları kimde göğüsledin.

Sen, kağıtlar ve boyalar,

Gemiler, hep bir gerçekten kaçıyor.

Ben hiç düşünmedim;

Gençliğimi bitirince soluğu nerede alacağım diye.

Bilmiyorum atide batacak güneş,

Bana neyi öğretecek.

Çanları susturdum, çarmıhı yıktım;

Sigaramı mescit duvarında söndürdüm.

Bozdum tarih kitaplarını.

Edebiyat alanları, kurşunlandı zihnimce.

Alfabeyi yuttum, tersine çözdüm denklemleri.

Bozuk bir dille tasavvur ettim bugünü.

Bir elim hep çeneme dayalı kaldı.

Ah! ağu gözlüm kırlangıç yakalım,

Ben sana yaralı kaldım.

Tut yüzümü çocukluğumu anlatayım sana.

Ellerime sorarsan bana deli diyecek,

Gözlerim bir sevda tüneli,

Hadi gir sığın en yıkılmış oyulmuş kuytuma.

Bana delhizlerini aç,

Hafiyece bir gizi fısılda kulağıma.

Aç ki bağrını hayata sığmaya çalışayım,

Efkarıma karşı bir tebessüm ver,

Ölümü unutayım.

Ziyanım ol ruhuma vur,

Örs ve çekiç!

İlahi!

Kahverengiye, perşembeye ve cuma akşamlarına inat,

Mahalleme gel koynuma gir.

Bu perişanlık hali bendeki;

Senin en hisli eserin,

Felaketim...

Kokun en tatlı zehir!