Yağmur yağıyor. Yağsın. Senin bu her şeyi kabul eden yönüne bayılıyorum Olvido. “İçim yanıyor.” demeye korkuyorum. “Yansın.” diyeceksin çünkü. Acıyı kutsal gören her filozofa, her evliyaya karşıyım artık. Yıllardır omuzlarım çökmüş, ıstırap içinde yürüyorum yağmurların altında, hangisi çekip durduruyor bizi? Hangisi kutsuyor? “Bu kadar sıkıntı yeter, al sana birazcık mutluluk.” demiyor kimse. Siz nasıl mutlu olunur unuttunuz Hüsnü Bey. Beni gelip kaldırmıyorlar Olvido. Unutmakla sevilmek arasında bir ikileme sokuyorlar, sonra unutmayı seçiyorlar. Kimse gelmeyecek Hüsnü Bey. Beklemiyorum Olvido. Gelmesinler. Olur da bir gün gelmeyi seçerlerse bıraktıkları boşluğu dolduramazlar diye korkuyorum. Zaten Hüsnü Bey, onlar gelmeyecekler.


Geçen gün seninle bir çatıdan aşağı çakılmıştık. Gözlerimi evde açtım. O kadar etkili bir rüyaydı ki yoğun bakımdan çıktım, düştüm ama ölmedim, dedim. Ama birden ölmek için gömülmeyi beklediğime dair bir his oturdu içime. İşte küflü dört duvar arasında, bir mezar gibi bu yatak. Eski yorgan, eski çarşaf, leş gibi bir yastık. Ben zaten ölmüşüm değil mi? Değil Hüsnü Bey. Henüz ölmediniz. Ölmüşüm Olvido. Bir de ölümle korkutma beni. Korka korka bu duruma geldik. Korkudan yaşayamadık. Korkudan, korkudan, korkudan kendim bile olamadım.


Yaşamıyorum. Ölmüşüm. Yaşamak cesurların işi. Aşk, sevgi, ayrılık bunlar cesur insanların hüneri. Biz korkarken cesur insanlardan daha çok acı çekmişiz.


Acıyor Olvido. Takılıp kalıyorum. Kendim yapıyorum kendime, diyorum. Aslında tüm bu acılar benim oluşturduğum yapay ve orospu çocuğu düşmanlarım. Yok. Mücadele edilmez, anlıyorum bunu sonra. Bu gerçek bir acı. İnsanın yüreği alışıyor, sonra uzaklaşıyorsun adım adım kendi acından. Bir gün bir bakalım diyorsun, bir bakalım geçmiş mi her şey, bir sokuyorsun çomağı, ucu yanmış. Kor alevleniyor birden. Yangın başlıyor, yağmurlara çıkıyorum. Onu bulmak istiyorum. Başka türlü olmaz mıydı diye sormak istiyorum. Biraz acele ettik sanki, erken karar verdik. Acı çekmekten korktum, ben de kaçtım senden. Ama senin zıddın da bir acıymış. Belki seninleyken, senin sesini duyarken, seni öperken biraz mutlu olurdum. Ama sen yapabilir miydin? Sen bana ait olup bekleyebilir miydin? Uzun süre görüşmesek bile sana gülümseyecek benden daha yakışıklı erkeklere surat ekşitebilir miydin? Niye beklesin Hüsnü Bey? Ona kalbimi verdim. Kalp dediğiniz şeyi, bu devirde Hüsnü Bey, ancak madde olarak satabilirsiniz; sizinki tekliyor, kırık ve durmak üzere, kimsenin alacağını sanmıyorum. Gözlerimi kapatınca mezarınızı bile görebiliyorum. Bu dünya, size göre değil.

Bir diğerini Olvido, bir diğerinin yanına koymak bu. O gitti, kötüydü. Bu geldi, iyiydi. Ama bu da giderse, o kötüyle yan yana anılmayacak mı? Kahroluyorum. Ben de Ayten için “diğerleri” kutusuna düşmüş müyümdür? Siz onda yoksunuz Hüsnü Bey. Geçen gün Ayten Hanım’la röportaj yapmak için gelmişler Amerika’dan. Köklü bir televizyon kanalı. Unutmak hakkında sorular sormuşlar. “Nasıl unuttunuz?” demişler. O da “Kimi?” diye yanıt vermiş. Siz onun kalbinde, unutmaya bile denk gelmiyorsunuz.

Karanlıklar alıyorum birden. Sokaklara düşüyorum. Bu kaçıncı sigara, saymadım. Sövmek saymak, etrafa saldırmak istiyorum. Gücüm yok. Yağmur durmuyor günlerdir, gökyüzü bir kafes gibi kapanmış ağzıma. Yeniden yaşayacak mıyım? Yeniden düzelecek miyim? Ne zamandı, ne zamandı benim böyle olmadığım günler? Hep mi böyleydim? Hep mi eksik, hep mi yarım? İsteyince sevmedim, isteyince vazgeçemedim. Hep kalbim karar verdi bunlara. Sonra bu duruma geldim. Sokaklara düştüm. Caddeler tıklım tıklım. Lanet insanlar geçiyor etrafımdan. Suratlarına bakamıyorum, midem bulanıyor. Onları sevmiyorum, rol yapmıyorum artık, bağırmak istiyorum: İnsanları sevmiyorum, insanları sevmiyorum, insanları sevmiyorum. Hepsi sahtekar, benim gibiler, benim gibiler Olvido. Bana benzeyen bu dünyadan iğreniyorum. Beni güzelleştiremeyen her şeyden tiksiniyorum. Camilere gidiyordum, olmadı. Dualar ediyordum, bıraktım. Ben bu sonu hak ediyorum. Ama sen de Tanrı’sın, hak etmediğim bir sonu yaz bana. Beni kendimden kurtar. Kurtarmıyor Olvido.

Ölüm diye korktuğunuz şey Hüsnü Bey, bu benliği yok etmeniz yalnızca. Ben yoruldum size nasihat vermekten. Bu durumu seviyorsunuz, sevmeseniz düşmezdiniz. Yine umut var, yine ışık var kurtuluş için. Ama siz umutsuzluğa bir köşk vermişsiniz yüreğinizde, onu besliyorsunuz, onu kovmuyorsunuz. Yani Olvido, Ayten’e mi gideceğiz? Hayır! O içinizdeki umutsuzluk işte. Açacaksınız kafesin kapısını, unutmaktan korkmayacaksınız. Uç, diyeceksiniz; uç seni lanet acı kuşu, git nereye konarsan kon. Seni artık beslemeyeceğim. Ayten suçlu ya da suçsuz değil. Ayten yok. Hayat gidiyor. Yetişin.

Unutamıyorum.


Olvido susuyor sonra. Kendi hayalim, benden tiksiniyor. Kendimi öldüremem, korkuyorum. Yapayalnız kalıyorum birden. Yalnızlık bu. Yalnızlık birinin yokluğu. Yemek hazır, kahveciler dolu. Sokaklar neşe ile akıyor. Ben bilmiyorum bunu, bu huzuru bilmiyorum. Olvido’yu bir daha çağırmayacağım. Kafesin kapısını da açmayacağım. Ayten orada kalsın. Beni öldürsün, beni yok etsin isterse. Acı çekeceğim. Ayrılık sızıyor birden kalbimden. Sokaklara kanım akıyor gibi. Nereden gitsem yüreğimin kanı iz bırakıyor ardımda. Gökyüzüne bakıyorum, ben yapamam, canımı sen al. Ya da iyileştir beni. Bir kuş konuyor caminin duvarına, bana bakıyor. İyileşmek yalandır, diyor. İyileşmek hastalığın kendisidir. O zaman ben bu muyum? Sen yoksun, diyor. O zaman bu neyin acısı? Var olmanın, diyor. Hani yoktum? Asıl sen yoksun orospu kuş. Asıl sen yoksun, diyor yazarım bana. Asıl sen yoksun, diyor; yazarın tanrısı da yazara. Bir öykü böylece bitiyor.