Seni yaşadığım bu hayata yakıştıramadığımı fark ediyorum. Bugün bana gelmek istesen bile, gel diyemem sana biliyorum. Buna rağmen seni sevmekten vazgeçmek gibi bir niyetim yok. Kendimi bir hayata yakıştıramadım, bu yüzden her şeyi yarım yamalak yaşadım. Senin beni sevdiğin zamanlar vardı. O zamanlar gücümün yetmeyeceği hiçbir şey yokmuş gibi hissederdim. Bu yanılgı neyse ki geçti. Neyse ki çırpınıp durduğum bu bataklıkta ayaklarım en sonunda yere değdi.


İnsanlar senin yüzünden bu halde olduğumu sanıyor. Anlatamıyorum. Ben bu sonu daha başta yazmıştım kendim için. Seni unutamıyorum gibi, basit laflar edemem. Seni unutmak istemiyorum. Ama o kadar zaman geçti ki. Saçların, yüzün, kokun her şey darmadağın. Üstelik o hatıralar belki başka kadınların kokusuyla bile karışmış olabilir. Yine de seni aramaktan bir saniye bile geri kalmadım. Seni bulmak istememişken üstelik. Ama seni aramak hayatıma bir gaye verdi. Tek bildiğim bu şehre gelmiş olmandı. Ben de geldim ardından. Bir kahvehaneye attım mitilimi. Buradaki insanlar beni çok sevdiler. Hiçbiri gitmemi istemiyor. Üstelik ben buraya neden geldiğimi bile unuttum. Sen çok önemli değilsin benim için. Bu hiçbir şey olmayış, beni kahretti sadece. Hiçbir ahın yerde kalmayacağını öğrettiler bana. Ama sen gittiğin için, beni senden kurtardığın için, sana asla ah etmedim. Benim sana olan sevgim, benden güçlüydü, ona yenildim. Senin yanında hüzünlü bir mutluluğun içinde, diğer insanlar gibi saçma bir hayata kapılıp gittiğimi anlıyordum. Oysa ben oralarda olmamalıydım. Çocukları sevmem, kadınları dinlemem, kimseye tahammül edemem, zorunda kalmadıkça kendimden başkasıyla konuşmam. Ben birini sevmek gibi bir hataya düşmemeliydim. Hiçbir kapıyı beklememeliydim. Düşündüğümden uzun yaşamamalıydım. Beni çekip kurtarmak isteseydin, sana kapılırdım kabul ediyorum. Ama neden yapacaktın bana bunu? Gecenin bir saati, yanından kalkıp gidecektim, sokaklara dönecektim tekrar. Sokak lambaları söndüğü zaman yüzüme vuran o güneşe karşı, son şişemi fırlatacaktım. Mutsuz olacaktım, seni de mutsuz edecektim. İş yerlerinden kovulacaktım, hapishanelere düşecektim. Sana hayatı zindan edecektim. Yine de benden vazgeçmeseydin. Bu mektubu kaleme alan ben olduğum için, sınırsız bencilliğime saygı duymanı istiyorum. Nitekim şükürler olsun ki bunların hiçbiri yaşanmadı.


Yüreğime batan düşünceler izah edilmiyordu, biliyorsun. Anlaşılmayınca anlatmayı da bıraktım sonunda. Şimdi yorgunum, musluklarla kovalarını yıllardır dolduran hükümetler gibi yorgunum. Ama onlar gibi kazık çaktığımı düşünmüyorum bu dünyaya. Ben gidiyorum. Erken seçime gidiyorum. Cehennem mi yoksa cennet mi yolun sonu? Allah’ın takdiri. Sağ omzumdaki meleğin çoktan mesaisi bitti, bunu biliyorum.


Suçlu benim Asuman. Sen gittikten sonra seni kullanmaya devam ettim. Hiçbir neden yokken insan ailesini bırakıp bir şehre yerleşemez yoksa. O yüzden bu şehre senin için geldiğime inandırdım kendimi. Oysa sen yoksun. İsmini bile değiştirdin belki. Benim seni bulmaktan korktuğum kadar, sen de bulunmaktan korktun biliyorum. Ama bugün her şeye bir son vermenin vakti geldi. Son kez seni öpmek, sana sarılmak isterdim. Son kez beni unutma, demek isterdim. Ve sonra tüm bunları senden istediğim için kendime lanet ederdim. Şimdi beni kahreden şey, ben bozuk aklımla karanlıklarda yaşarken senin başka insanların yanında ışıldadığını bilmek. Güzel bir hayatın olmasından şikayetçi değilim, ama o hayatta olmadığım için buruğum. Üstelik bunu ben istemişken sana kırgınım. Bu mektubu yüzlerce kez yazsam bile Aytenciğim, yine söylenmemiş şeyler kalacak içimde. Her şeyde yaptığım gibi, duygularımın en yükseldiği anda, bu mektubu yazmayı bırakıyorum. İnsanlıktan tek arzum, bu mektubu sana ulaştırmasıdır.

Ölene dek benimseyemediğim ismimle bitiriyorum,

Hüsnü…

 

 

"Bu kaçıncı son mektubunuz Hüsnü Bey?"

Son mektupların en sonuncusu bu Olvido. Artık mektup yazmayacağız.

"Sizin ağlayarak yazdıklarınızı, o gülerek okursa?"

Ben de ağlamıyorum Olvido. Ağlamak istiyorum ama olmuyor. Ama o ağladığımı bilsin değil mi? Ağlamak ne güzeldi Olvido? Şimdi her şey gibi, gözyaşlarım da kurudu anlaşılan.

"Hüsnü Bey, biz artık gidecek miyiz?"

Gideceğiz. O kadar çok içip gideceğiz ki zebaniler bizi ayıltmak için başımıza toplanacak. Birkaç yüzyıl oldu böylesi gelmedi diyecekler.

"Bu gidiş bütün dönüşleri öldürecek artık."

Gidelim Olvido gidelim. Kafamı cilalıyorum yeniden. Ucuz votkalardan çok içersen Olvido, üç gün hasta gibi olursun. Bu yüzden ayılmaya fırsat vermeyeceksin, daha çok içeceksin. İki gün boyunca uyumayacaksın. İki litre votkayla vücudunu baş başa bırakmayacaksın. Eğer uyursan uyandığın zaman yorgun vücudun, baş ağrısını tetikler. Bir okyanusu içsen hararetin sönmez. İçim yanıyor doktor, diyemezsin. Uykusuzluğun, sarhoşluğun ile çarpışacak içeride. Seni alt etmeye çalışacaklar. Kendini hiç edeceksin böylece. Bir uğultu bulutu yerleşecek kafana, duymayacaksın. Ciğer çizen bir cigara dumanıyla cezalandıracaksın kendini. Aytenler dolacak kulaklarından içeri, savrulacak saçlar, kokular, eller, anılar. Hüzünle soluyacaksın. En yakın arkadaşlarımız gelecek ziyarete: pişmanlık ve keşke.

Böyle olmasaydı Olvido. Biri gelip yardım etseydi olmaz mıydı? Biri gelip bir şeyler söyleseydi.

Camilerin önündeyim aylardır. Hızır hazretleri filan gelmiyor. Gelip başımı okşayıp bir derdin var senin evlat, deseler. Bütün benliklerimi unutana dek uyutsalar beni. Beni maruz görseler. Delidir, ne yapsa yeridir deseler, sorgulamasalar. Babaanne yorganlarında birkaç yıl uyutsalar. Ayten’i çekip alsalar içimden.

"Hangi Ayten’i Hüsnü Bey?"

Birkaç milyonunu alsalar, biraz yer açılırdı Olvido. Bilindik hikâyeleri anlatsalar. Umutlandırsalar beni. Allah için sevseler. Olmaz mı? Gülüp durma Olvido. Beklemek, akıllı insanların işi. Biz sabırsızlar sürünürüz ancak. Bunların hiçbiri olmaz, olmayacak, olmuyor. Kafamı cilalıyorum yeniden. İçimde bir sıkıntı var. Yeniden doğuyorum dünyama birden. Allah’ı soruyorum kendime. Burada olmamalıydık. Artık hüznün kuşlarını kondurmayalım pencereme, yoruldum. Olduğum yer, olmam gereken yerdir. Bizi yarışmaya alıştırmışlar. Var olmak için o düşmanları ezmemizi öğretmişler. Ucuz votkalardan çok içersen Olvido, ama çok içersen bir yerden sonra bu yarıştan koparsın. Hızır hazretleri filan da gelmez öyle. Bilirsin böyle şeyler ancak filmcikten olur.

"Biz öleceğimiz için Hüsnü Bey, artık bunlar bizim dertlerimiz değil. Bırakın dünya onlara kalsın."

Doğru diyorsun Olvido. Eğer olur da Allah beni, yani bizi cennete alırsa ki sanmam. Tek isteğim sana bir beden vermesi olacak.

"Böyle iyiyim ben Hüsnü Bey. Madem gideceğiz, şu işlerinizi tamamlayın."

En son birini aramıştım. Öyle biri yokmuş aslında. O banka gitmiştim, o parka. O kadını beklerken neler doluştu kafama yine? Birden tüm şehvetim sönmüştü. Cebimdeki haplardan birini yuvarlamıştım derhal. Ayılmaktan korkmuştum.

Biz Olvido, bugün öleceğiz ama yaşamaktan çekileli çok oldu. Parktan bir kız çocuğu geçti, sırt çantası o kadar ağırdı ki kızcağız iki büklümdü. Bu yeryüzüne iş gücü olarak getirilmişiz, diye düşündüm onu görünce. Garip kız, bir kere var olmak gibi bir hataya düşmüş. Kabul etmedim bunu ben. Kızdılar bana, onlar beni bu çarklardan çıkarıp attılar. Ne oldu sonra? Oğlunuz ne iş yapıyor sorusuna, iyi bir yanıt olsun diye yaşamamalıydık. Oğlumuz hiçbir iş yapmıyor, oğlumuz boş zamanlarında, boş kağıtlara imza atıyor. Oğlumuz delirdi efendim. Bir Amerikan rüyası gören akranlarını pataklıyor. Eskiden çok hınç doluydu. Soğudu artık. Bu ülkeden gitmek isteyenler diyor efendim, bu ülkeyi gidilecek vaziyete getiriyor. Oğlumuz efendim, güç bizimle, diyor. Neleri değiştireceğimizi bir bilsek, diyor efendim, ülkemiz değişebilir, diyor. Oğlumuz efendim, bu ülkenin en saygın mesleği hırsızlıktır, diyor. Hırsızlara tapıyormuşuz milletçe. Oğlumuz efendim, kafayı bozdu sonunda. Ayten’i verdiler ona, mutlu olmayı öğretmediğimiz için güzelim karıyı kaçırdı elinden. Olvido diye bir dostu var. Cami kapılarında Hızır diye bir adamı bekliyor. Bir barakada yaşıyor. Ne kadar borcu olduğunu kendi de bilmiyor efendim. O kadar uzun süredir bir adresi yok ki bankalar da avukatlar da kendisine ulaşamıyor. Oğlumuz efendim, hayırlısıyla bugün ölüyor.

 

Geldik işte Olvido. Bizi sevmeyen o insanların yanına döndük. Bu son görüşümüz onları. Hayal gibi geldik, parktan buraya kadar. Yeryüzü ayaklarımın altından çekiliyor. İflas bayrağını sallamak üzere vücudum. Nasıl geldik buraya kadar, bilemiyorum. Yol hafızası derler buna. Bir yere giderken yolda gördüğün her şeyi unutursun sonra. Ayyaşlık kariyerim başlamadan önce de böyleydi bu. Merdivenleri çıkarken buluyorum kendimi. Kahvehanenin kapısı yine dağılıyor beni görünce. Hepsinin yüzlerinde su kabarcıkları var Olvido? Hava çok mu sıcak?

"Kapılmayın Hüsnü Bey, kafanız bir hayli kıyak. Gözlerinizin ucu sızlıyor sakın ama sakın ağlamayın. Öleceğim diye ağlayacaksanız, hiç girmeyin bu işlere."

Ölmek değil, istenmemek koyuyor Olvido. İstenmediğimi daha içeri girerken biliyorum. Istakalara sarıldı hepsi. Beni öldürecek gibi bakıyorlar.

“Kahveciyi bulun. Onun için geldik.”

Hep geldiğim yerlere, niye geldiğimi unutuyorum Olvido. Hem kim bilir nasıl görünüyorum, kim bilir ne vaziyetteyim. Kalkıyorlar işte. Birkaç kişi çekip gitti bile. Uluyorum bir kurt gibi,

"Kahveci!"

Geliyor dünyanın en çirkin adamı. Sarı dişlerini sıkmış. Yüzüme inen bu cılız rüzgar, onun bana tokat attığını düşündürüyor. Yerdeyim. Kapı açılıyor. Kirli ayakkabılar dışarı çıkıyor. Nasıl kalkacağım bilmiyorum. Ağlıyorum Olvido. Bu yediğim şamarı bahane edip ağlıyorum. Bu kez öleceğim için ağlıyorum.

"Hüsnü Bey yapmayın, Hüsnü Beyliğinizi kaybetmeyin. Kalkarsınız deneyin. Şu sandalyeyi ayağından yakalayın. Evet işte böyle. Destek alın. Dizlerinizin üstündesiniz işte. Şimdi doğrulun, oturun oraya. Tamamen psikolojik, mideniz filan bulanmıyor."

Gülüyorlar mı Olvido? Seçmiyor gözlerim. Midem ağzıma geldi. Kusacağım. Ya ağzımdan, ya gözlerimden bırakacağım içimi buraya. Konuşuyor mu kahveci, duyamıyorum.

"Odaklanın ona. Ağzına bakın. Duymak isteyin. Fikret Bey deyin."

"Fikret Bey."

Yüzünü seçmeye başladım birden dünyanın en çirkin adamının, sinirden morarmak üzere.

"Ne var Allah’ın cezası?"

"Siz Fikret Bey, uzun süredir konuştuğum ilk insansınız. Büyük ihtimal son olacaksınız."

"Sen beni katil yapacaksın Hüsnü."

"Gerek kalmayacak. Son kez soruyorum bu son. Ben buralara kadar Ayten’i bulmaya geldim. Bana burada, dediler. Senin bu binada şimdiye kadar kimse yaşamadı mı bu isimde? Kıvırcık saçlı…"

Fikret araya girdi,

"Esmer, güzel yüzlü bir kadın diyeceksin yine. Kardeşim dün de sordun, bir yıldır ağzımıza sıçtın, yok öyle biri gelmedi, görmedim, tanımıyorum. Bak gelip gidiyorsun, masaları rahatsız ediyorsun. Vallahi ben tutuyorum bunları. Hepsi kinliyor seni. Öldürecekler. Meczup bir garibansın, yapma böyle."

"Öldürsünler!"

"Bağırma."

"Dün de mi geldim ben, sordum mu sana?"

"Evet."

Artık yaptıklarımı da unutuyorum Olvido. Artık sen bile zayıflıyorsun benimle. Sen olarak bile hatırlamıyorum dünü. Bitmişim.

"Gideceğim ben. Siz de sevmediniz beni, siz de benimsemediniz. Yabani bir hayvan gibi baktınız bana. Size de ait olamadım. Belki burada Ayten yoktu ama, bir zamanlar var olduğunu düşünerek yaşayabilirdim. Siz beni isteseydiniz kalırdım…"

"Ne diyorsun be adam? Yıkıl git artık, illallah ettim senden. Ekmeğimle oynuyorsun. Saçma sapan konuşuyorsun, ne diyorsun yine?"

Yine soruyor bu Olvido. Beni senden başka kimse anlamıyor. Hep kendimi izah etmek zorunda kalıyorum insanlara.

"Konuşun Hüsnü Bey. Son kelimelerinizi dökün buraya. Bu hafta çok gazete okudunuz bana. Diksiyonunuz düzelmiştir. Genel kültürünüz artmıştır. Bu kadar emek boşa mı gitsin?"

"Olvido diyor ki… Ah! Bir şans ver Fikret. Şu sandalyede bir veda konuşması yapayım."

Neyse ki sormadı senin kim olduğunu Olvido. Ama sandalyeye çıkamıyorum. Olduğum yerde, duvara yaslanıyorum.

"Arkadaşlar!"

Bakıyorlar mı Olvido?

"Tayyip'e baktıkları gibi bakıyorlar Hüsnü Bey."

"Arkadaşlar gidiyorum."

Göremiyorum onları Olvido, kör değilim ama göremiyorum. Hepsi birer insan belirtisi gibi görünüyor şimdi ama hiçbirinin detayları yok.

"Görmediğiniz daha iyi Hüsnü Bey, heyecanlanmazsınız."

"Gidiyorum ben arkadaşlar. Beni yıllar önce terk eden eşimi bulmak için geldim buralara. Kahveciye soruyorum, yerini bilmiyor. Bilse, ne yapardım? Git işte, Ayten şurada derse ne yapabilirdim? Ayten’in bu şehirde olduğu bile muallak. Sadece içime doğdu. Sonra rastgele arabadan indim. Rastgele bu kahveye girdim. Rastgele bir düşünce geçti içimden, Ayten şu evde oturmuştur. Hiçbiri tutmadı. Olsun sizleri tanıdım. Benden nefret eden insan sayısını arttırmış oldum.

Yaşasaydım. Ömrümü bu kahvelerde çürütmezdim. Bir deliyim belki ama yüzlerce şiiri ezbere bilirim. Yaşasaydım evime giderdim. Yaşasaydım, alkol içmezdim. Yaşasaydım, Ayten’i kaybetmezdim. Belki karılarınız evde ne zorluklarla o çocuklara bakıyor. Siz burada saatlerce vakit öldürüyorsunuz. Evleriniz var, bahçesi yok. Tüm dünyası ekranlar olmuş onların. Çocuklarınızın elinde birer telefon beyinler erimiş, akşama kadar film izleyen kadınlarınız var. Aptalca dizilerle zehirleniyor evlatlarınız. Siz burada ülkeniz elden giderken futbol maçlarıyla zevke geliyorsunuz. Dünya öğrenilmesi gereken milyarlarca şeyle doluyken kağıt oyunlarına saatlerinizi gömüyorsunuz. Karınıza bir çiçek götürmeyi çok görürken bahis kuponlarına yüzlerce lira gömüyorsunuz. Gidiyorum arkadaşlar. Bugün bayramınız olsun. Aklınız gibi diliniz de çürümüş, bu hayatı yüz kelimeyle yaşıyorsunuz. Evlerinizde tek bir kitap bile yok. Sevgi cümlelerini acizlik sanıyorsunuz. Okullarınız, duvarlar içinde nesillerinizi yok ediyor. Sokaklarınız hırsız dolu. En dürüstünüz, en sahici yalanı söylüyor. Yozlaşmış, bitmiş, yok olmuşsunuz. Bir ölünün sözlerini duydunuz. Ama anlamayacaksınız biliyorum."

Fikret,

"Deli misin, veli misin anlamadım senin ama bu yedinci veda konuşman."

"Gidiyorum bu kez."

Öyle güzel konuştum ki Olvido. Gitmesem ayıp olur. Kalabalıktan bir ses geldi,

"Ulan Hüsnü, kafa açma yine."

Yine mi? Ben bunları önceden de söylemiştim Olvido. Ya bu yaptığımı da yarın unutursam. Yine gelirsem buraya?

Başka bir adam,

"Bu soktuğumun delisi aklı başındayken komünist filandı büyük ihtimalle. Sonra kafayı bozmuş. Yazık lan çok da yaşlı sayılmaz. Lan zırdeli, o bayık gözlerini sökeceğim en sonunda."

Bak Olvido. Hiç bey olmamışız burada. Ya bu yaptığımı yarın unutursam?

"Unutmazsınız artık Hüsnü Bey. Çünkü unuttuğunuzu hatırladınız. Çünkü öleceğiz."

Annemi de görsem mi Olvido? Zaten zehir ettim hayatı onlara, şimdi bir de bu acıyı vereceğiz. Hangi yüzle giderim ki oraya. Belki bekliyorlardır bile. Belki arıyorlardır beni. Belki ölmüşlerdir. Nasıl gideceğiz? Yine insanlık onurumuzu ayaklar altına mı alacağız? Alo babalara başlayacak mıyız yine? Bir yıldır hangi cehennemdeysem, nasıl gittiysem, öyle gelmeliysem? Bir bilet parası bile yok cebimde artık.

"Ayılmadan yapın Hüsnü Bey."

Son kez bakıyorum dünyanın en çirkin adamı Fikret’e. Son kez bakıyorum masalara. Gidiyorum inanmıyorlar. Belki üzülmek zorunda değiller. Ben veda edilmesi kolay biriyim Olvido, sen hiç bırakma beni ama.

"Alo baba." diyorum. Kızmıyor. Gel diyor. Merak etmişler. Bizi sevenleri ihmal etmişiz. Sesi bile yaşlanmış.

"Ayten’e bakmıştım baba, yokmuş."

Sövmedi bile Olvido. Babam büyümüş, olgunlaşmış. Ya da Allah beni de böyle yaratmış işte, kabul etmiş. Artık hüznün kuşlarını kondurmayalım pencereme. Biraz uyuyalım Olvido, ölmeden önce biraz uyuyalım. Belki insan olarak uyanırız.

"Geç kaldık. Uyumayacaksınız Hüsnü Bey. Uykusuzluğun, sarhoşluğun ile çarpışacaklar içeride. Kendini hiç edeceksin böylece. Bir uğultu bulutu yerleşecek kafana, duymayacaksın. Ciğer çizen bir cigara dumanıyla cezalandıracaksın kendini. Sonra kendi çöplüğüne dönüp ölümü bekleyeceksin…"

Beklemek yok Olvido. Hep fevri yaşadım. Şimdi öyle öleceğim. Buna yol hafızası derler. Terastan bakmayı düşünerek merdivenleri çıktığım için merdivenleri nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Yere çakıldığım zamana kadar, yere nasıl çakıldığımı da unutur muyum Olvido?

Seni çok seviyorum Olvido…