Tabakların tozunu alıyor, masaya bırakıyor. Yemekleri son bir kez karıştırıp tüm tencereleri masaya getiriyor. Dikkatlice yemekleri tabaklara koyup içecekleri koyacağı bardakları almaya gidiyor. Misafir bardakları dolabın en üst rafında. Bir tabure çekip altı tane, üstünde gümüş renginde çizgiler olan pahalı bardakları dikkatlice alıp masaya koyuyor. Peçeteler, çatal, kaşık ve bıçak; her şey yerli yerinde. İçecekleri buzdolabından çıkarıp masaya koyuyor. Ve her gün, günde iki defa aynı döngüyü tekrarlıyor.  

Azize Hanım her gün gerçekleştirdiği ritüelini tekrar, sorunsuz bir şekilde yerine getirmenin verdiği memnuniyetle salondaki beyleri çağırmaya gitti. Bugünkü misafirleri: kocasının yeni tanıştığı bir adam. Emekli öğretmen, eski cemaat üyesi. Koltuklarına oturmuş kocası ile hararetli bir tartışmanın ortasındaydı.  

“Yemek hazır.” diye seslendi Azize. Beyler Azize’nin sesini duyunca tartışmalarını sonlandırıp mutfağa geçti. Azize çocuklarını çağırmaya odalarına gitti. Kızı Zeynep, renk renk test kitaplarının ortasına kapanmış ders çalışıyordu. Azize kitaplara bakarken içi cız etti. Her biri ellişer liradan on kitap, beş yüz lira ve bu on kitapla sınırlı kalmayacak. Oğlu Osman da aynı şekilde, başka çalışma masaları olmadığı için kendi yatağının üstüne oturmuş test çözüyordu. İkizlerin aynı yılda üniversite sınavına girecek olmaları Azize’yi ve eşini büyük strese sokuyordu. İkisine ayrı test kitabı, dershane parası, sınava girme bedeli ve okul harçlıklarını karşılamak, bakkal olan eşinin ve evlere temizliğe giden kendisinin cebini çok zorluyordu. Keşke biraz da büyük oğulları Erdi’den para gelseydi. Erdi, sanayiden kazandığı parayı bana zar zor yetiyor diyerek okul masraflarının birazını da olsa karşılamayı reddetmişti. Ama Azize artık bunu dert etmiyordu. Genç adamdı sonuçta, parasızlıktan arkadaşlarına ve sevgilisine madara olmak istemiyordu belki de. Hayırlı bir kısmeti olabilirdi.  

“Yemek hazır.”

Çocuklar duymamış gibiydi. Biraz yaklaşınca kulaklıklarının takılı olduğunu gördü. Annesini fark eden Osman kulaklığını çıkarıp yerinden kalktı, Zeynep’i dürttü. Zeynep onlara döndü ve kulaklığını çıkardı. 

“Müzikle test mi çözülür?” diye eleştirdi annesi değişmeyeceklerini bilmesine rağmen. Zeynep,  

“Ne yapalım anne? Abim bir yandan, babamlar bir yandan ev o kadar gürültülü ki ders çalışamıyoruz.” dedi hışımla. 

“E bu gürültü değil mi?”  

“Aynı şey değil.” diye atıldı Osman.  

“Anne şu abimle konuş artık. Eve geldiği andan başlıyor müzik dinlemeye, ta gece yatana kadar.” dedi Zeynep.  

“Tamam, konuşacağım. Yemeğe geçin hadi.”  

Zeynep ve Osman salona doğru giderken Azize yavaşça çocukların karşısındaki odanın kapısını tıklattı. İçeriden Ahmet Kaya’nın sesi geliyordu.  

“Gir.”  

Azize içeri girdiği anda yoğun duman kokusu ciğerlerine doldu. Koku dışarıya gitmesin diye hızla kapıyı arkasından kapattı.  

“Misafirin yanına böyle kokar kokar mı gideceksin?” diye azarladı. Erdi camın önünde, dışarı bakarak son sarma sigarasını buruk bir zevkle içine çekiyordu. Erdi annesine dönmeden oldukça kayıtsız bir şekilde, 

“Alışkanlık işte, ne yaparsın.” dedi.  

“Şu müziğin sesini de kıs. Çocuklar sınava çalışıyor.”  

Erdi hafifçe güldü.  

“Bunlar da kendilerini iyice aştılar ha! O kadar para yemeleri yetmiyormuş gibi bir de hanımefendi ve beyefendinin keyfine göre yaşayacağız.” dedi alaylı bir ses tonuyla.  

İşte yine başlıyordu. Azize metanetini korumaya çalışarak cevap verdi.  

“Biraz para biriktir de kendi evine çık o zaman. Madem bize yararın yok en azından kendine olsun.”  

Erdi sigarasını camın beton bölmesinde söndürüp hışımla soluklandı.  

“Kiralar ne kadar oldu farkındasın değil mi?” Sofraya beklendikleri için tartışmayı uzatmak istemedi.  

“Üstünü değiştirip parfüm falan sık sonra yemeğe gel. Gelen adam hükümeti destekleyen cemaatçi birisi. Ne dediğimi anladın sen.”  

Azize hızla odadan çıkıp kapıyı kapattı ve mutfağa geçti. Erdi ile bu kadar konuşup sofrayı bıraktığı için pişmanlık hissetti. Oysa yirmi beş yaşında olsa da hala onunla ilgilenmesi gerekiyormuş gibi hissediyordu. Son iki aydır çok tuhaf davranıyordu. Eve çok geç geliyor veya hiç gelmiyor, geldiğinde odasından çıkmıyor, diğer aile üyeleriyle nadiren konuşuyordu. Zeynep'le konuşmuyordu bile, sadece kavga ediyordu. İki ay önce bu kadar agresif ve mutsuz değildi. Bir kâğıt fabrikasında taşeron işçi olarak çalışıyordu. Evet asgari ücret şu dönemde hiç yetmiyordu ama biraz birikim yapıp kendi hayatını kursa daha iyi olurdu. “Hep har vurup harman savuran bir çocuktu zaten. Birikim yapamayıp mal sahibi olamadığından babası çok yükleniyor.” Düşünceler içerisinde mutfağa girdi. Servisleri Zeynep ve Osman yapıyordu. Annelerinin geldiğini görünce ona da bir tabak hazırlamaya başladılar. Misafir göz ucuyla Osman’ı inceledikten sonra gevrek gevrek gülerek,  

“Osman bey, otur da bir erkekliğini görelim yav.” dedi. Osman karşıt cevap vermenin bir işe yaramayacağını biliyordu. Samimiyetsiz bir gülümseme ile karşılık vererek yerine oturdu. Zeynep misafire sertçe baktı. Bozuntuya vermeden annesine yemeğini ve bir bardak ayranını verip yerine geçti. O sırada Erdi yeni giydiği uzun kollu tişörtü ve eşofmanı ile sessizce gelip erkeklerin karşısına oturdu. Buram buram ucuz erkek parfümü kokuyordu. Babası,  

“Hiç gelmeseydin oğlum.” diye çıkıştı. Erdi’ye sertçe baktıktan sonra yemeğine döndü.  

“Bu senin büyük oğlun mu?” 

“Evet.”  

“Maşallah. Ne iş yapıyorsun oğlum?”

Erdi, “Şantiye işçisiyim.” diyerek kısa kesti. Adamı incelemeye başladı. Uzun siyah sakallı, lacivert, kareli bir gömlek giymiş sıradan bir amcaya benziyordu.  

“Maaşı nasıl? Sana yetiyor mu?” Tanımadıkları bir adamın özel hayatı hakkında sorular sorması onu sinir ediyordu. 

“Hayır. On iki saat eşek gibi çalışıyoruz. Karşılığında aldığımız ise üç bin liracık. Özellikle bugünkü ekonomik şartlarda...” bacağına yediği tekmeyle sustu. Anne ve babası ona ters ters bakıyordu.  

“Bugünkü şartlar kötü değil ki oğlum. Ekonomimiz yüzde dokuz büyümüş diyorlar.”  

“Ekonomi göreceli bir şekilde büyüyor olmalı, çünkü biz büyüdüğünü hiç hissetmiyoruz.” dedi Zeynep. Az önce amcanın Osman’a söylediği laflardan intikamını aldığını düşünerek gülümsedi ve yemek yemeğe devam etti. Adnan bir süre duraksadıktan sonra, 

“Çok zeki, pırlanta gibi çocukların var Mehmet Bey, ama biraz isyankârlar. Gençliğin verdiği heyecanla olur böyle şeyler. Aman üniversitede çok dikkat etsinler kendilerine. Ne biçim sapkınlıklar, örgütler duyuyoruz. Çocuklarını koru Mehmet Bey, çocuklarını koru.” dedi Mehmet’in omzunu sıvazlayarak. Mehmet Bey başıyla onayladı. Kimse daha fazla konuşmadan yemeklerini bitirdiler.  

“Haydi, bana müsaade.”  

 “E bir çayımızı içseydin.” dedi Mehmet. Osman babasının dediklerinden hiç hoşlanmadığını kastederek gözlerini büyütüp Zeynep’e baktı. Zeynep ve Erdi ona bakıp gülmemeye çalıştılar.  

“Yok, ben gideyim. Evde hanım bekler. Her şey için teşekkürler. Ellerine sağlık abla.”  

“Afiyet olsun, yine bekleriz.”  

Ailece kalkıp Adnan’ı yolcu ettiler. Babası kapıyı kapattıktan sonra Osman’ın sesine döndü. 

“Adamı çok aradın mı baba?” Zeynep hafifçe güldü.  

“Nesi varmış adamın? Hem dediklerinde gayet haklıydı.”  

“Cemaat üyesiymiş. Reklam yapmaya gelmiştir kesin.” dedi Erdi.  

“Tüccarlıkta müşterileri hoş tutmak gerekir oğlum. Yeri gelir sağcı olurum yeri gelir solcu...Şimdi Adnan’ı iyi ağırladık belki bizi başka arkadaşlarına söyler, dükkanımıza gelirler.”  

“Tüccarsın diye sohbetlere gitmeye başlamazsın değil mi? Ben üniversiteye gitmek istiyorum da!” dedi Zeynep. Gülüştüler. 

“Ben de meraklısı değilim zaten. Annenin sofrayı toplamasına yardım et Zeynep.” Kadınlar sofrayı toplarken Erdi ve Osman odalarına, baba salona döndü. Erdi bir daha müzik açmadan yatağına girip telefonuna bakmaya başladı. Bir süre sonra uyuyakaldı.