Erdi, telefonun tiz alarm sesi ile uyandı. Yavaşça gözlerini açıp alarmı kapattı. Sırtüstü döndü ve tavanı izlemeye başladı. Bugünkü yapılacakları düşündükçe sıcacık yatağından kalkası gelmiyordu. Her zamanki gibi işbaşı yapacak, bok suratlı patronunun laflarını ses etmeden dinleyecek, saatlerce yük taşıyıp kaynak yapacaktı. Mesaisinin sonunda ise en yakın arkadaşı Hasan ile buluşacaktı. Hasan yeni hap satın almıştı ve cüzi bir miktar karşılığında birlikte kullanıyorlardı. Erdi için tek güzel anlar hap attığı, sigara içtiği ve kadınlarla seviştiği anlardı artık. Yatağından yavaşça kalktı ve üstüne eski, kırışmış tişörtlerinden birini ve siyah kot pantolonunu giydi. Tuvalete gidip uzun uzun işedi. Ev ahalisi de birazdan uyanırdı. Yüzünü ve ellerini yıkayıp tuvaletten çıktı. Mutfağa gidip eski, beyaz buzdolabını açıp içinden poşetteki çok az kalmış peyniri çıkardı. Mutfak masasının üstünde duran ekmek poşetinden biraz ekmek alıp peyniri eliyle ekmeğin içine koydu. Oturup yemeye başladı. Bir yandan telefonundan insanların paylaştıkları hikayelere bakıyordu. Sevgilileriyle mutluyuz pozu verenleri, arkadaşlarıyla rakı sofrası paylaşanları, manasız sözleri, şarkıları ve Türkiye’de kalmış üç beş ormanın kenarından geçerken çekilen videoları bir kez daha görüp dinledikten sonra sadece ben mi mutsuzum acaba düşüncesiyle yemeğini bitirdi. O sırada evden diğerlerinin de uyandığını gösteren sesler gelmeye başlamıştı. Zeynep ve Osman okul formalarını giymiş şekilde çantaları ile birlikte mutfağın kapısının önüne geldiler. Erdi onları kontrol etmek için yanlarına gitti. Zeynep’e,  

“Eteği az daha indir. Makyaj yapmadın değil mi?” diye sordu. Zeynep gözlerini devirdi ve eteğini aşağı doğru çekiştirdi.  

“Al. Daha ne kadar indireyim, zaten diz boyuma gelmiş.” 

“Tamam, sus.” dedi hafifçe. Zeynep’in yüzünü incelemeye başladı. Kemikli bir burnu, hafif kalın dudakları vardı. Dudakları doğal renginde görünüyordu. Gözleri çakmak çakmaktı. Çok güzel değildi lakin kahverengi badem gözleri insanın içini delip geçiyor, ürkütüyordu. İçindeki ateş on kilometre öteden fark edilebilirdi. Bu bakışlar Erdi’yi öfkelendiriyordu. Cildi normalde olduğundan daha lekesiz ve parlaktı. Zeynep’e,  

“Cildine bir şey mi sürdün sen?” diye sordu. O bakışlarla,  

“Evet, ne olmuş? Yüzümdeki sivilceleri kapattım.” dedi. Erdi alaycı bir biçimde güldü.  

“Yüzündeki sivilceleri kapatmışmış. Hadi oradan! Okumaya değil sürtmeye gidiyorum abi diyemiyor da!” Zeynep’in gözleri doldu. Öfkeyle dişlerini sıktı. Osman Zeynep’in omzuna elini koydu.  

“Hadi çıkalım artık. Geç kalıyoruz.” Erdi mutfak kapısının pervazına yaslandı, çantalarını alıp ayakkabılarını giymelerini izledi. 

“Kalemliğini aldın demi? Gece masanın üstünde duruyordu.” dedi Osman Zeynep’e.  

“Aldım, aldım.”  

 Çıkmadan önce Zeynep Erdi’ye döndü. İçindeki öfkeyi kusmadan gidemezdi.  

“Merak etme abi, bir gün bizden kurtulacaksın. Biz de senden kurtulacağız.”  

Erdi alaylı bir biçimde güldü. O sırada ebeveyn yatak odasından annelerinin sesi geldi.  

“Çocuklar, gidiyor musunuz?” dedi uykulu bir ses tonuyla.  

“Evet.” dedi Osman.  

“Kahvaltılık bir şeyler yediniz mi?”  

“Hayır... tadımız kaçtı da.” dedi Zeynep.  

“Of Erdi... bari sınav senelerinde yapma.” dedi kendi kendine. Azize yavaşça yatağından kalkıp yanlarına geldi.  

“Paranız var mı?”  

 “Var anne, vermene gerek yok.” dedi Osman.  

“Dur biraz daha vereyim. Dershaneye de gideceksiniz.”  

“Valla gerek yok anne.” Azize küçük oğlunun ve kızının yüzüne baktı.  

“Peki o zaman. Paranızın olmadığını saklıyorsanız bozuşuruz ona göre.”  

Erdi annesine baktı. Emektar kadının uykusuzluktan gözleri şişmişti. Yanakları çöküktü. Elleri kloraktan hafif kırmızı ve çatlamış haldeydi. Tüm bu emeğe rağmen Zeynep’in onlara itaat etmemesi Erdi’nin kanını tekrar kaynattı.  

“Bak kızım, başınızda böyle bir anne varken iyi bir yer kazanamazsanız çıkmayın karşısına.” Zeynep cevap vermedi. Derin bir iç çekti. Osman’la birlikte evden çıktı. Azize sinirle Erdi’ye döndü.  

“Ne diyorsun sen benim kızıma?”  

“Okula giderken süsleniyor anne.”  

“Sana ne! Annesi misin, babası mı? Sana mı kalmış onun giyim kuşamına karışmak!” Erdi başını hafifçe öne eğdi.  

“Eskiden böyle demiyordun ama.” Öfkeyle parmağını sallayarak, 

“Artık bu aileden değilmiş gibi davranıp sonra bizi eleştirmeni kabul etmiyorum beyefendi. Seni dinlememizi mi istiyorsun? O halde önce kendini düzelteceksin.” dedi. Kocası uyanmasın diye sessizce ama hışımla sözcükleri üzerine basa basa söylüyordu. Erdi’nin içi cız etti. Bir sürelik sessizlikten sonra başını tamam anlamında sallayıp annesinin yüzüne bakmadan evden çıktı. “Ben büyük bir hayal kırıklığıyım. Etrafta dolaşıp sinir bozan bir at sineğinden halliceyim. Ama her şey para mı? Sırf parası olmadığı için sayılmayabilir mi bir insan? Ah bir bilselerdi...” diye düşündü Erdi. Daracık asansörün zemin kat düğmesine basmış, yavaşça iniyordu. Asansörün kirli aynasından kendine baktı. Sakalları ve saçları uzamış, birbirine karışmıştı. Gözleri hafif kırmızıydı. Göz altları belirginleşmişti, yüzü çöküktü. İnce yüzü ve burnu ile yakışıklı denilebilecek bir yüzü vardı ama sağlıksız ve bakımsız hali bunu gölgeliyordu. Öyle ki saçını taramayı, dişlerini fırçalamayı bile unutur olmuştu. 

“Şu haline bak. Tam bir zavallısın.” dedi içinden. Sonra beyni, sanki kendi üzgünlüğüyle savaşıyormuşçasına bu akşam neler olacağını gözünün önüne getirdi. Gördüğü anlarla sakinleşti, içini sıcak bir heyecan ve mutluluk sardı. O sırada sigara alması gerektiğini hatırladı. Yaşadıkları apartmandan çıkıp yavaş yavaş tekel bayisine yürürken tekrar düşüncelere daldı.  

“Ah bir bilselerdi...”  

Zeynep ve Osman’ın gittiği lise bir saat uzaklıktaydı. Otobüs ve metroda balık istifi, zar zor nefes alarak geçirdikleri yolculuk sonunda okullarına varmışlardı. Gittikleri lisenin puanı çok da yüksek değildi ancak bulunduğu bölge güzeldi ve lise binası eski olduğu için güzel bir mimarisi vardı. “Neden eski binaları güzel, yenilerini çirkin buluruz?” diye düşündü Osman. “Nostalji aşkından mı, yoksa yeni binalar gerçekten estetikten uzak mı?” Osman’ın küçüklükten beri sanata ve resim yapmaya ilgisi vardı. Bu sebeple mimarlık okumak istiyordu. Ancak abisi ve babası bunda bile bir kadınsılık sezmiş, mühendisliği hedeflemesi yönünde tavsiyeler vermişti. Zeynep’e de doktorluğu önermişlerdi tabi ki de, ancak Zeynep fizik okumakta kararlıydı. “Bu hayatta bilim ve sanattan başka anlamlı bir şey görmüyorum.” diyordu Zeynep. “Ve sen mimar olacaksın, ben de fizikçi. İkimiz anlamlı, güzel işler yapacağız.” Okul her zamanki gibi soğuk ve uğultuluydu. Sınıflarına ayrılmadan önce Osman Zeynep’e döndü.  

“Yol boyunca pek konuşmadın. Abimin dediklerini kafaya takmadın değil mi?” diye sordu. Zeynep umursamadığını gösterircesine güldü.  

“Aman, ne takacağım onu! O yobazı dinlemekten daha önemli işlerim var.” Osman gülümsedi.  

“Aynen öyle. Sonra görüşürüz o zaman.”  

“Görüşürüz.”  

Zeynep sınıfa girdi. En yakın arkadaşı Merve üstündeki siyah polar ceketine sarınmış, bıkkın ve yorgun bir ifadeyle telefonuna bakıyordu. Zeynep, Merve’nin önündeki sıraya oturdu, ona dönüp,  

“Günaydın.” dedi. Merve Zeynep’in geldiğini fark edince gülümsedi.  

“Günaydın, şerefsiz müdür yine kaloriferleri açmamış. Donuyorum resmen.”  

“Kansız.” Okulun müdürü paradan tasarruf etmek için sınıfların dolmasını bekliyor, ondan sonra kaloriferleri açtırıyordu.  

“Bu öğlen yine deneme sınavı olacakmışız.”  

“TYT mi, AYT mi?” diye sordu Zeynep.  

“TYT.”  

“Bu akşam dershanede de AYT'ye girecektim. Bakalım, kafa kalırsa çözerim artık.”  

“E, hafta sonu neler yaptım?” Merve hafta sonu ders çalışmak dışında hiçbir şey yapmamıştı. Tipik bir lise son sınıf öğrencisi için sıradan bir şeydi bu. Onun yerine dün gece gelen misafiri ve abisinin bu sabah yaptıklarını anlattı. 

“Abini hiç anlamıyorum.” dedi Merve. “Hani, yaşadığı durumların vahametini kavrayacak kadar zeki ama fondöten sürmene karışacak kadar aptal.”  

“Ben de anlamıyorum ki. Kendince beni böyle koruduğunu sanıyor. Ona göre ilgi ve sevgi böyle gösterilir. Para vermemesini artık umursamıyorum ama en azından bize iyi davransa.”  

O sırada sınıf git gide kalabalıklaşıyordu. Gençler ceketlerini çıkarıp askıya asıyor sonra kimileri sırasına oturup telefona bakıyor, kimileri uyuyor, bazılarıysa test çözüyor veya arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Sınıfa İngilizce öğretmenleri girdiğinde sesler kesildi, herkes yerine oturdu. Öğretmen masasına geçti, çantasını bıraktı. Gençlere döndü.  

“Katiyen gürültü istemiyorum. Ders çalışın, test çözün.” sonra sandalyesine yerleşti, çantasından kitabını çıkarıp okumaya başladı. Sınav senesinde İngilizce, Almanca, resim gibi dersler hatta bazen Türkçe dersleri bile işlenmiyordu. Her ne kadar sorunlu bir eğitim sistemi olsa da bu sınav sisteminde başarılı olmak için bu gibi bozulmalar doğaldı ve öğrenciler durumdan memnundular. Sınıfta güzel bir sessizlik oluştu. Bazı gençler uyumaya veya telefonlarına bakmaya devam etti. Haksız da sayılmazlardı, hangi akla hizmet saat sabahın sekizinde buraya sadece doğru şıkları işaretlemek için geliyorlardı ki? Zeynep çantasından Matematik TYT soru bankası çıkardı ve çözmeye başladı.  

Erdi yorgun argın paydos ettiğinde saatler akşam sekizi gösteriyordu. İş arkadaşlarına kafasıyla selam verip tozlu, kalın siyah montunu giydi. Montunun sağ cep kısmında sigara ile kazayla yakarak yaptığı iki küçük yuvarlak delik vardı. Şantiyeden çıkar çıkmaz cebine uzandı, çakmak ve bir dal sigara çıkarıp sigarayı yaktı, hızla bir fırt çekti. Güvenlik önlemleri sebebiyle şantiyede sigara içilmesi yasaktı hal böyle olunca Erdi hep mola ve paydos saatlerinin yolunu gözler olmuştu. Günde en az iki paket sigara içiyordu. O sırada işçi servisi yavaşça şantiyenin önüne yanaştı ve kapılarını açtı. Arabası olmayan işçiler, neredeyse hepsi, yavaş yavaş servise doğru yürümeye başladı. Erdi izmariti yere atıp ayak ucuyla ezdi. Diğer işçilerle birlikte servise bindi.  

Bir saatlik servis ve dolmuş yolculuğu sonunda Erdi Hasan’ın yaşadığı mahalleye gelmişti. Arkadaşı Hasan’la lisede tanışmışlardı. O günden beri, kendi değişleriyle, kader ortağıydılar. Sigaraya birlikte başlamış, aynı yaşta bakirliklerini kaybetmiş, üniversiteyi kazanamamış ve aynı yaşta işe başlamışlardı. Hasan da Erdi gibi bir şantiye işçisiydi. Benzer hayatlar yaşadıkları için birbirlerini en iyi anlayan insanlar onlardı. Erdi sokakları pis, yoksul mahalleyi hızla arşınlayıp Hasan’ın evinin önünde durdu. Hasan aile evinden ayrılıp yalnız başına bu yoksul mahallede kiraya çıkmıştı. Mahallede her hafta bir olay çıkıyordu ancak mahallenin tekin bir yer olmaması Hasan’ı endişelendirmiyordu. “Ben düzgün değilim ki yaşadığım yer düzgün olsun. Kirası da iyi ayrıca.” demişti Erdi’ye. Erdi gecekondunun demir kapısını yavaşça açtı. Merdivenleri nefes nefese çıkıp ikinci katta yaşayan Hasan’ın kapısının önüne geldi. Zili çaldı. Bir süre sonra kapı açıldı.