(Herkese merhaba, bu uzun zamandır üzerinde çalıştığım Önce Perdeleri Kapat romanımın 3. bölümü. Yorumlarınız ve eleştirileriniz benim için çok önemli okursanız çok mutlu olurum.)
“O, ortak! Gel, geç içeri.” Erdi ayakkabılarını çıkarıp içeri geçti. Evin içi rutubet ve artık yemek kokuyordu. Salonda 2 tane, demode, çift kişilik koltuk, yerde çok kullanılmaktan incelmiş, üstünde sigara delikleri olan bir Türk halısı ve koltukların karşısında, belli ki sadece ödev bilinciyle konulmuş, hiç açılıp izlenmeyen, üstünde anteni olan bir tüplü televizyon vardı. Perdeler dışarıdan hiç ışık gelmeyecek şekilde kapatılmıştı. Arada bir titreyen floresan lambanın ışığı odayı aydınlatıyordu.
“Bu odaya her girişimde doksanlı yıllara dönüyorum.” dedi Erdi. Ona en yakın koltuğa bacaklarını açarak, rahat bir şekilde oturdu.
“Güzel zamanlardı.” Hasan yanına geçti. Erdi beklentiyle ona baktı.
“E, abi?”
“Ne e’si?” Hasan anlamamazlıktan geldi.
“Aşırı iyi mal getirdim demiştin ya.”
“İnsan önce bir hâl hatır sorar.”
Erdi, Hasan’ın omzunu sıvazladı.
“Ya sonra konuşuruz bunları. Önce malı deneyelim. Dört gündür bu anı bekliyorum.”
“Tamam, tamam. Getiriyorum.” Hasan yatak odasına doğru gitti. Erdi başını arkaya yaslayıp gözlerini kapattı.
“Hem anlatacak ne var amına koyayım. Kadın yok, para yok, ömrümüz işe gidip gelmekle ve beklemekle geçiyor.” diye bağırdı. Hasan,
“Neyi bekliyorsun ki?” diye sordu. Elinde siyah bir poşetle odaya girdi.
“Uyuşturucu ve sigara içeceğim saatleri, bir de güzel bir şeylerin olmasını. Sen beklemiyor musun?”
“Hayır, beklemenin bir faydasını göremedim ki. Bilinçsizce an içinde akmak, anı yaşamak bana daha iyiymiş gibi geliyor. Bir an gelir iyisindir, bir an gelir kötüsündür ve bu böyle devam eder. Geriye dönemez ve ileriye gidemezsin. Sadece akıntıda akar gibi zamanda akmaya devam edersin.”
“Al bakalım.” Hasan poşetin içinden küçük beyaz bir hap çıkarıp Erdi’ye verdi.
“Sakın benden ikincisini isteme. Aşırı ağırdır.”
“İsteyebilecek durumda olacağımı düşünmüyorum zaten.” Erdi hapı aldığı anda ağzına attı.
“Bir dakika sonra etkisini gösterir.” dedi Hasan. Kendisi de haplardan birini alıp yuttu.
“Lan Hasan.”
“Hı?”
“Bu hap bizi deli gibi etrafta gezdirmez demi lan?” Hasan güldü.
“Yok be oğlum. Rahatlatıp mutlu ediyor. Çevren güzelleşiyor, sen güzelleşiyorsun.”
“Kader’i tekrar görebilir miyim sence?” Hasan koltuklardan birine uzanıp gözlerini kapattı.
“Of Erdi başlama gene.” Uyuşturucu etkisini göstermeye başlamıştı. Erdi çevresine göz gezdirdi renkler artık alıştığı o iç açıcı parlaklığındaydı. Işık gözlerini rahatsız ediyordu. Kasları git gide gevşemeye başlamıştı. Hasan’ın yaptığını yapıp koltuğa uzandı. Gözlerini kapatıp kollarını sonuna kadar açtı. Hasan’ın sesi beyninde yankılanır gibiydi.
“Sana sapık derler, kocasının ölmesini beklemiş derler.”
“Ben onu liseden beri seviyorum ki.” dedi sessizce.
“Olsun. Dediğimi yap Erdi. Kimseyi ve hiçbir şeyi bekleme. Zaman su, sen su...”
Erdi vücudunun yavaş yavaş yukarıya doğru çekildiğini hissetti,
“Uçuyormuş gibiyim.” dedi.
“Ben de.” Bir süre sessiz kalıp yaşadıkları anın tadını çıkardılar. Erdi derin bir nefes alıp yavaşça verdi.
“Biraz burada uyuyacağım.” dedi boğuk bir sesle.
“Uyu abi, dükkân senin.” diye yanıtladı Hasan.
“Belli mi olur, belki yengeyi tekrar görürsün.” Yüksek sesle güldü. Erdi, Hasan’ı umursamadan sırtını ona doğru döndü. İkisinin uykuya daldığı dakikalarda Zeynep ve Osman dershanenin deneme sınavından çıkmış, Karşıyaka’nın her daim kalabalık olan çarşısında montlarına sarılarak yavaş yavaş yürüyorlardı. Omuzları çökük, başları aşağıdaydı. Sessizliği bozan Osman oldu.
“Daha sınava altı ay var. Böyle olması normal, sıkma canını.”
“Nasıl normal ya? Bizim TYT’yi artık halletmiş olmamız lazımdı. Bu şekilde ne ara TYT çalışmayı bitirip AYT çalışmaya başlayacağız?” dedi Zeynep. Okulda oldukları deneme sınavı kötü geçmişti dershanede oldukları sınav da zaten AYT’ye henüz çok çalışmadıkları için yapamamışlardı.
“Sorular da gereksiz zordu bence. Matematik soruları çok uzundu.”
“Hayır.” Zeynep’in gözleri doldu.
“Gerçek sınavda da öyle soracaklar. Biliyorsun.” diye ekledi sesi titreyerek.
“Ya, Zeynep. Ağlıyor musun sen?” Osman kolunu Zeynep’in omzuna attı. Zeynep gülmeye çalışarak,
“Boşa kürek çekiyormuş gibi hissediyorum.” dedi.
“Saçmalama. Şimdi etkisini görememiş olabilirsin ama gelecekte yaptığın her şeyin bir etkisi olacak.”
“Ya olmazsa Osman? Biz ne yapacağız? Anneme, babama ne diyeceğiz? Abimin hakaretlerini nasıl yutacağız?” diyordu sesi titreyerek. Osman gözlerinin içine baktı.
“Bir yolunu bulacağız tamam mı? Daha çok çalışırız, neden yapamadığımızı anlarız. Sadece sakinliğimizi korumamız ve devam etmemiz gerek. Abimin hakaretlerini de yutmayacağız. Gerekirse büyük kavga çıkaralım ama bizi ezmesine izin vermeyelim.”
“Haklısın.” Ona bakıp son gözyaşlarını sildi ve gülümsedi. Konuyu değiştirip okulda olan olaylardan, siyasetten konuşa konuşa sahildeki otobüs durağına vardılar.
“Kitap okumayı özledim. Yatağımda, şöyle sakin bir kafayla, bir elimde kahve ile...” dedi Zeynep. Osman,
“Öyle absürt bir eğitim sistemimiz var ki kitap okumak bile boş bir aktivite sayılıyor artık. Onun yerine paragraf sorusu çözmelisin.” dedi. Dil Anlatım dersi hocasını taklit ederek. Zeynep güldü.
“Oldukça kısıtlı, tek bir şeyi anlamaya yönelik okumalar yaptırdıklarında ne olmasını bekliyorlarsa artık.” diye ekledi.
“Ama siyasetçiler de haklı şimdi, ülkedeki herkes İnce Memed’i okusaydı bu kadar zengin olabilirler miydi?”
Erdi kendini bir alışveriş merkezinin ortasında buldu. Parlak sarı ışık gözlerini alıyor içinde bulunduğu kalabalık nefesini kesiyordu. İnsanlar ona çarpıp geçiyor, indirimdeki ürünleri almak için ileri atılıyor, birbirleri ile kavga ediyordu. Bir adam daha ona sertçe çarpıp arkasını döndü. Kıyafetlerine bakılırsa alışveriş merkezinin güvenlik görevlisi olmalıydı.
“Ne diye yolun ortasında dikiliyorsun?” diye bağırdı. Erdi karşılık vermek istedi ancak ağzını açamıyordu. Adam bir cevap bekledi, cevap alamayınca Erdi’yi baştan aşağı süzdü ve gülmeye başladı.
“A, anladım. Boş boş etrafına bakınıyorsun çünkü aptal yoksul keşin tekisin.” Adamın yüzü git gide şişti ve pembeleşti, burnu yavaşça kısaldı, burnunun ucu yukarı kalktı. Adam yüzü domuz, vücudu insan olan bir yaratığa dönüşmüştü. Erdi korkuyla geri adım attı. Çevresini, farklı renklerde birbirinden farklı korkunç suratlara sahip insanlar sarmaya ve gülmeye başladı.
“Zavallı!”
“Şu haline bak!”
“Ezik!”
Erdi hala ağzını açamıyordu. Çevresindeki insanlar ona gitgide yaklaştı, yaklaştı. Erdi’yi tartaklamaya başladı. Erdi bağırıp yardım istemeye çalışıyor ama yapamıyor, kollarını bile zar zor hareket ettirebiliyordu. Sonunda pes edip gözlerini sıkıca kapattı. Zaten zar zor aldığı nefesini tuttu. “Sanırım ölüyorum.” dedi içinden. Bir anda bastığı yer yumuşadı, yumuşadı, sıvı olup aşağı doğru akmaya başladı. Erdi de sıvı ile birlikte boşluğa doğru düştü. Vücudunun git gide eridiğini hissediyordu. Ellerine baktı. Elleri el formundan çıkmış, iki uzun pelteye dönüşmüştü. Uçlarından ten rengi damlalar kusursuz küreler şeklinde kopuyor, boşluğa doğru düşüyordu. Yüzünden ve kollarından parçaların damlalar halinde ayrıldığını hissetti. Ancak bu onu korkutmuyordu. Boşluğun serinliği ona rahatlık veriyordu. Tekrar gözlerini kapattı ve sıvılaşmış vücudunun boşlukla bütünleşmesine izin verdi.
Tekrar kendine geldiğinde bir nehirde akıntı ile beraber sürüklendiğini fark etti. Çevresine ve gökyüzüne baktı. Nehrin kenarında, yemyeşil, irili ufaklı papatyalarla dolu bir çayır vardı. Gökyüzü bulutsuz ve mavilikle doluydu. O sırada ona doğru gelen birini fark etti. Bu yüzü nerede görse tanırdı. Beyaz tenli, büyük al al yanakları, kahverengi uzun saçları ile Kader tam karşısında duruyordu. Saçlarının yarısını kapatan beyaz çiçekli bir yazma takmıştı. Üzerinde uzun kollu açık pembe ve küçük çiçek desenleri olan bir elbise vardı. Büyük kahverengi gözleri ile ona bakıyordu. Erdi gördüğünün Kader olduğunu anladığı anda doğruldu ve ona doğru yüzmeye başladı. Nehir kenarına geldiğine Kader elini uzattı ve onu karaya çıkardı. Kader, Erdi’nin ıslak kıyafetlerine bakarak,
“Hoş geldin Erdi. Kıyafet getireyim mi?” dedi.
“Hayır, gitme. Yanımda kal.” dedi Erdi. Elini tutup tam karşısına, çimenlere oturdu. Kader de onunla birlikte oturup endişeyle yüzüne baktı.
“Emin misin? Hasta olacaksın.”
“Evet eminim. Seni zaten çok az görebiliyorum.” Sustu ve bakışları bir süre Kader’in yüzüne daldı. Kısa sürede kendini toparlayıp:
“Gitmene gerek yok. Konuşalım.” dedi.
“Tamam. Erdi...” Kader Erdi’nin yüzünü okşadı.
“Çok yorgunsun, üzgünsün. Ne oldu sana böyle?” Erdi’nin gözleri doldu. Kader’in karşısında ağlamak istemediği için başka yere, Kader’in arkasındaki ceviz ağacına odaklandı.
“Kendini tutma, dök içini. Burada istediğin kadar ağlayabilirsin. Kimse seni yargılamaz.” Erdi, Kader’in gözlerinin içine baktı.
“Sana sarılabilir miyim?” Kader kollarını açtı.
“Lütfen sarıl bana.” Erdi ona sarılıp kendini bıraktı. Sarsılarak ağlamaya başladı.
“Hiçbir şey olmadı. Asıl sorun da bu zaten. Hiçbir şey olmadı.” dedi hıçkırıklarının arasında.
“Peki ya biz?”
“Hiç... Seni kaybettim ve bir daha bulamadım. Seni öyle özledim ki...” Erdi, yüzünü Kader’in boynuna bastırdı. Kokusunu içine çekti.
“Ama sen beni buldun ki... bak, karşında duruyorum işte.” Erdi aklı karışmış bir biçimde Kader’in yüzüne baktı. Uyuşturucu kullanıp uyuduğunu, şimdi ise rüyada olduğunu hatırladı. Her rüyada olduğunu fark edince olduğu gibi andan yavaş yavaş koptuğunu hissetti. Etrafa beyaz bir sis çökmeye başladı. Ellerini kafasına bastırıp “Hayır!” diye bağırdı.
“Hayır, şimdi uyanamam, hayır!”
“Erdi...” Kader ona sımsıkı sarıldı.
“Beni ve bulunduğun yeri düşün. Uzun sarı sazlıkları, ceviz ağacını, papatyaları... Daha sana çiçek tarhımı göstereceğim.”
“Çiçek tarhı da ne?”
Erdi, Kader’in dediğini yapıp az önceki anı hayal etmeye çalıştı. Sis git gide dağıldı. Sislerin ardından doğanın yeşili, gökyüzünün mavisi saçıldı. Kader’in yüzü ve vücudu netleşti. Erdi rahat bir nefes aldı.
“Geri döndüm.” dedi yavaşça. Kader,
“Oh be! Geri dönemeyeceksin diye çok korktum.” dedi neşeyle.
“Keşke gerçekten yanında olabilseydim.”
“Buranın ve benim gerçek olmadığımdan nasıl emin olabilirsin ki? Ben de burada senin bir yerlerde yaşadığın gibi yaşıyor, hissediyorum.” Erdi Kader’in konuştukları konuya oldukça zıt olan mutluluk ve huzur dolu yüz ifadesine şaşırarak ve hayranlıkla baktı.
“Ama sen seni en son gördüğüm andaki gibi görünüyorsun. Ben ise yaşlandım.”
“O zaman ben ve senin dünyandaki ben birbirinden çok farklı olmalı.”
“Evet. Çok zor şeyler yaşadın. Belki beni görmek istemezsin.” Kader’in bakışları hüzünle doldu.
“Bilmiyorum Erdi. Eğer kendi dünyandaki beni bulamazsan üzülme çünkü başka bir beni buldun. Seni hala seven beni.”
Kader, Erdi’nin yanağını yavaşça öptü. Erdi, Kader’in yüzünü avuçlarının arasına aldı ve yüzüne yaklaştırdı. Nefesleri birbirine karışıyordu. Birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. Kader böyle doğrudan baktıkça Erdi göğsünde mutluluğun büyüdüğünü ve parçalarının tüm vücuduna yayıldığını hissediyordu.
“Seni her gün görebilmek istiyorum ama bu hiç kolay değil.” Ona uyuşturucu kullanarak onu görebildiğini söylemeye utanmıştı. O anda çevrenin her tarafından yayılan bir uğultu duydu. Bir erkek sesi onu çağırıyordu. Kader’e,
“Sen de duyuyor musun?” diye sordu.
“Neyi?” Erdi az sonra uyanmak zorunda olduğunu anladı.
“Geri geleceğim Kader.”
“Dur, hayır!” Kader ona sarılmaya çalıştı ama artık çok geçti.
Erdi derin bir nefes alıp hızla doğruldu. Hasan karşısında durmuş, endişeyle ona bakıyordu. Erdi asabi bir biçimde,
“Neden beni uyandırdın?” dedi.
“Oğlum sen kafayı mı yedin? İki üç defa hayır diye bağırdın, ağladın, sana dördüncü seslenişimde anca uyandın. Rüyanda korkudan kalp krizi geçireceksin sandım.”
“Of, ne olduysa olmuş işte.” çatlayan başını ovuşturdu.
Bir süre yan yana sessizce oturdular. Erdi rüyalarının ve Kader’i görmenin etkisinden çıkamıyordu. Onu daha sık görmeye karar verdi. Görmek zorundaydı.
“Lan Hasan. Bu haplardan bir paket bana satsana.” Hasan bir süre sessiz kalıp düşündü. Kararını verdikten sonra Erdi’ye döndü.
“Bu hapları sık sık almamalısın.” Erdi aniden öfkelendi.
“Ya kapat çeneni de sat işte. Parasıyla değil mi?”
“Sen müşteriden ziyade arkadaşımsın da ondan amına koyayım. Dört günde bir adet yeterli. Ben de böyle kullanıyorum.”
“Bak şu beylik laflara. Paketle yakalanırsan beni ele vermenden korkuyorum demiyor da.” Hasan acıyan gözlerle Erdi’ye baktı.
“Erdi sen iyi misin abi?” Göz göze geldiler. Erdi arkadaşını ve elindeki tek uyuşturucu tedarikçisini kaybetmemek için alttan almaya karar verdi. Belki problemi anlarsa bir kutu hapı satmaya yanaşabilirdi.
“Değilim. Rüyamda Kader’i gördüm.”
“Harbi mi? Nasıldı?”
“18 yaşındaki halindeydi. Çok güzeldi, mutluydu. Bana, senin dünyandaki Kader’in nasıl olduğunu bilmiyorum ama ben seni hala seviyorum, daha sık ziyaretime gel, dedi. Bu yüzden o haplara ihtiyacım var.”
“Bir rüya uğruna hayatını piç etmek istiyorsun.”
“Benim hayatım çoktan piç olmuş zaten.” Hasan elini Erdi’nin omzuna koydu.
“Ulan Erdi, gördüm gördüm de senin kadar âşık olanını görmedim. Böyle gidersen ya delirirsin ya da kendini öldürürsün.”
“Onu görmek için başka ne yapabilirim ki? Sosyal medya kullanmıyor. Ailesi ile birlikte buralardan taşınıp yok oldu sanki kız. Hala İzmir’de mi onu bile bilmiyoruz.”
“Yapacağın şey basit: onu görmek istememek. Unut onu artık, yeni kadınlarla tanış. Onlara sadece sevişmek için değil duygusal olarak aç kendini. Kader’den sonra hiç sevgilin olmadı değil mi?”
“Hayır, olmasını istemedim.”
“İste o zaman. Yoksa seni ben bile kurtaramam.” Bir süre susup düşüncelere daldılar. Erdi az da olsa biraz daha hap almak konusunda kararlıydı.
“En azından üç tane ver. Her gün bir tane atarım senle buluştuğumuzda da eski günlerdeki gibi dışarı çıkar eğleniriz ya. Bu eve gelip uyumaktan gına geldi. Eski sosyal halimize dönelim.” Hasan cevap vermedi.
“Hadi be Hasan. Sen de yaşadığın hissiyatı sevmedin mi?” Erdi güldü. “Böyle bir şey olamaz abi. Hissettiğim şeyler, gördüğüm rüyaların gerçekçiliği inanılmazdı. Haftada iki defa değil de dört defa alsak ne olabilir ki? Hem bir kadınla tanışıp hayatımı düzene koyuncaya kadar böyle alırım. Daha fazla istemem.”
“Yani kafası güzel ama...” bir süre duraksadı. Sonunda bağımlılığına yenilip:
“Tamam, senin dediğin gibi yapalım.” dedi. Erdi mutlulukla Hasan’ın sırtını sıvazladı.
“İşte bu be! Biraz mutluluğumuz sürsün değil mi? Evde herkese çatıyorum amına koyayım. Sen var ya, aslansın aslan!”
Erdi haptan sonra Hasan’la iki kutu bira ve yarım şişe köpek öldüren içmişti. Eve vardığında saat gecenin on biriydi. Normalde kafası güzel olduğunda aile evine dönmez, Hasan’da kalırdı ancak yarın iş vardı. Hasan'da kaldığında sabaha kadar kafayı alkolle biraz daha bulur, birisi köşede sızana kadar konuşurlardı bu sebeple erkenden eve dönüp yatması daha iyiydi. Hafif sendeleyerek kapının önüne geldi. Bir süre evin anahtarını ceplerinde aradı, arka cebinden çıkan ucunda boncuk örgüsü bulunan anahtarlığı çıkarıp kapıyı açtı ve yavaşça eve girdi. Bu anahtarı amcası devrimci örgütlerdeki faaliyetleri yüzünden hapse girdiği vakitte örmüştü. Salondan babasının ve çocukların bağırış sesleri geliyordu. Babası,
“Hayırsız, alkolik abinizi haklı mı çıkarmak istiyorsunuz ha? Gelecekte onun gibi bir insanın eline mi bakmak istiyorsunuz? Madara mı etmek istiyorsunuz bizi?” diye söyleniyordu, daha doğrusu resmen çocuklara kükrüyordu. Erdi öfkeyle içeri daldı.
“Hayırdır baba, yine bana sallıyorsun?” diye bağırdı.
“Haksız mıyım lan şerefsiz? Birisi aldığı parayı alkole harcar diğerleri sınava çalışmaz, ne bok yiyeceğim lan ben sizle?” Erdi alkolün etkisiyle kollarını etrafta öfkeyle sallayıp tişörtünü çekiştirerek,
“Bu yaşta paramı nasıl harcayacağımın hesabını mı soracağım lan? Her gün eşek gibi çalışıyorum, bırakın da yaşayayım, bırak da istediğim gibi yaşayayım baba!” diye kükredi, öfke nöbeti geçiren bir insanda olan neredeyse ağlamaklı bir sesle.
“Senin yüzünden... ailedeki herkes bana cephe aldı. Çocuklar yüzüme bakmıyor. Neden? Çünkü sen onları dolduruşa getirdin, bana özgürlüğü çok gördün, paramı almak isteyişin bundan, olay sınav falan değil. Sen hiçbir zaman benim mutlu olmamı umursamadın baba. Umursasaydın Kader’le mutlu bir hayatım olurdu.”
“Yine başladı şu Sünni faşistlerden bahsetmeye! Sen istedin diye onların ayaklarına gitmedik mi hayırsız! Orada bize ne dediler? Sustur şunu Azize yoksa elimden bir kaza çıkacak.” İkili koltukta her zaman oturduğu yerde dik bir şekilde oturuyor, otoriter ve tehditkâr bakışlarıyla Erdi’yi süzüyordu.
“Susmuyorum lan, susmuyorum. Hepsi senin suçun. Beni bu hale sen getirdin!” Erdi öfkeyle babasının üstüne yürüdü. Annesi hızla kalkıp önüne geçti.
“Yeter! Yeter be!” diye çığlık attı. Erdi annesinin ağlamaktan kızarmış gözlerine ve ıslak yanaklarına baktı. Annesini nadiren ağlarken görüyordu. Donup kaldı. Kısa süre sonra,
“Annemi de ağlatmışsın.” dedi sakince. Babası gözlerini ovuşturup nefes verdi.
“Annenizi ağlatan sizsiniz.” Annesi,
“Erdi... hadi uyu artık. Yarın iş var.” dedi sessizce. Erdi bir şey söylemeden kafasını hafifçe tamam anlamında salladı, çıkarken göz ucuyla çocuklara baktı. Osman ve Zeynep başlarını öne eğmiş sessizce oturuyorlardı. Kapının önüne geldi, çıkmadan önce tekrar babasına döndü.
“Bir daha bu çocuklara benim hakkımda herhangi bir şey söylemeyeceksin. Duydun mu beni?”
“Ben onların senden nefret etmelerini sağlamıyorum, yaptıklarınla sen sağlıyorsun.”
Erdi bir daha konuşmadan sessizce odasına çekildi. Kapıyı kilitledi ve kendini yatağına bıraktı. Tavana bakıp “Ne yapıyorum ben?” diye sordu kendine. Hayatı boyunca boğuşup durduğu ve cevap veremediği bir soruydu bu. Olaylar ve soruyu sorma nedeni değişiyor ancak soru hep aynı kalıyordu. “Çevremdeki insanları sürekli üzüyorum, sevdiğim insana ulaşamıyorum, para biriktiremiyorum, istediğim hayatı yaşayamıyorum... peki bunları değiştirebiliyor muyum, hayır. Değiştirebilir miyim? Hayır.” Gözleri doldu. Ağlamaktan nefret ediyordu. Derhal gözlerini birkaç defa kırpıştırıp başka şeyler düşünmeye çalıştı. Onu mutlu eden tek şey Kader’di ancak Kader’i düşünmek Hasan’la birlikteyken onu mutlu etse de şu an canını yakıyordu. Babasının sözleri aklında dönüp duruyordu. “Yine o Sünni faşistlerden bahsediyor.” Aklına gelen bir düşünceyle sarsıldı. Babası o kadar iki yüzlü bir insandı ki kendi parasını kazanmak için her türlü insanla anlaşabiliyordu ancak Kader’le evlenmeleri için uğraşmamıştı. Gerçi Kader’in babası, kendisi dahil tüm ailenin gururunu incitmişti de belki o yüzden uğraşmak istememişti. Erdi o zamanlarda yaşadıklarını hatırlayıp düşüncelerin arasında daha fazla kaybolmak istemedi. Rahatlayıp çabucak uykuya dalma ve bugünden kurtulma arzusu ile yanıp tutuşuyordu. Ayağa kalkıp kapısını kilitledi. Telefonundan bir porno sitesine girip en hoşuna giden videoyu açtı ve hırsla mastürbasyon yapmaya başladı. O sırada kadınlarla sevişmeyi ne kadar özlediğini fark etti. Tahrik olmanın verdiği etkiyle “Başlarım Kader’e de ailesine de! Bir kadın bulacağım, dinsiz ve özgür olacak. Onunla her gün saatlerce sevişeceğim, evde, denizde arabada... İstediğimiz her şeyi deneyeceğiz. Öyle birini bulsam var ya... o güzel kıçından hiç ayrılmam!” dedi kendi kendine. Kurduğu fanteziler ve hayallerin içerisinde yükseldi yükseldi... Hızla yatağının altındaki kâğıt peçete rulosuna uzandı. Titreyerek boşaldı ve hızla düştü. Etrafını temizleyip delilleri yok ettikten sonra tekrar yatağına yerleşti. Vücuduna çöken ağırlıkla düşünmeye fırsat bulamadan hızla uykuya daldı.
Erdi odasına geçtikten birkaç dakika sonra herkes odalarına çekilmiş, ışıklar söndürülmüştü. Osman ve Zeynep yataklarının üzerine oturup birbirlerine baktılar, sessizliği bozan Osman oldu. Fısıldayarak
“Çarşıda yürürken dediklerimi unutma Zeynep. Boş ver onları.” dedi. Zeynep’in gözleri doldu, derin nefes aldı.
“Boş ver deyince boş vermek kolay mı? Sınavımız çok iyi geçmedi deyince hemen başlayan kavga gürültü, tartışmanın saçma sapan bir şekilde başka şeylere bağlanması ve daha çok sorun...Çok üzülüyorum Osman...çok korkuyorum.” sesi titriyordu, gözlerinden akan yaşları sildi ve ellerini yüzüne kapattı. Sarsılarak ağlamaya başladı.
“Çok yoruldum artık.”
Osman yanına gidip ona sarıldı. Sessiz kalıp içini boşaltmasına izin verdi. Bir süre sonra Zeynep’in sarsılmaları kesildi. Gözlerini silip ona baktı.
“İyi ki varsın Osman. Sen de olmasan bu evde kafayı kırardım herhalde.” dedi.
“Sen de iyi ki varsın, güzel kardeşim benim.” dedi gülümseyerek. Zeynep gülümsemesine buruk bir tebessümle karşılık verdi.
“Her şeyi birlikte atlattığımız gibi bunu da birlikte atlatacağız.” Bir süre sessiz kaldıktan sonra ekledi:
“Sence abim haklı olabilir mi?” diye sordu Osman.
“Haklı olduğu noktalar var. Para onun, istediği gibi harcayabilir ancak bana olan davranışlarını ve sınav hakkında motivasyonumuzu düşürmesini affetmeyeceğim.”
“Özür dilerse ve iyi davranmaya başlarsa da affetmez misin?” Zeynep cevap vermeden önce yatağına uzandı, Osman da yatağına geçti.
“Abimin değişebileceğini düşünmüyorum. Çünkü yıllardır hep bir sorun vardı zaten. Kader gittiğinden beri abim eski abim değil.”
“Annem iki aydır böyle diyor.”
“Yıllarca gençlik buhranlarına verip sorunu görmezden geldiler, son iki ayda patladı.”
“Peki neden son iki ayda böyle oldu ki, bir şey mi tetikledi acaba?”
“Ona sormadan bilemeyiz.”
“Ben sormam.” diye ekledi Zeynep.
“Ben de sormam. Tersleyeceği o kadar belli ki.”
Daha fazla konuşmadılar. Osman arkasını dönüp gözlerini kapattı. Düşüncelere ve hayallere daldı. Abisi ile yıllardır neredeyse tek güzel bir anısı olmamıştı. Küçükken birlikte oynadıkları oyunları hatırlıyordu sadece. Liseye geçince onunla ilgilenip oyun oynamaması normaldi tabi ancak ilişkilerinin kopma derecesine gelmesi onu üzüyordu. “Ondan pozitif bir davranış bekleyerek kendimi daha çok üzmeyeceğim. Ona ihtiyacım yok.” telkinleriyle uykuya daldı. O sırada Zeynep, yorganı kafasına kadar çekmiş Osman ve Merve hariç kimsenin haberi olmadığı sevgilisi ile mesajlaşıyordu. Ailesi ile tartışırken, nasıl olduğunu soran mesajını şimdi görmüştü
“İyi değilim. Babamla tartıştık. Sonra abim gelince bir de onlar tartıştı. Çok zor bir akşamdı.” bir süre sonra cevap geldi.
“Ailen çok abartıyor, altı üstü bir deneme sınavından kötü alacaksın ne olmuş yani, dünyanın sonu değil ya!”
“Haklısın ama babam abimle harcanan paralarla ilgili inatlaştığı için böyle düşünmüyor. Ona göre, bizim her başarısızlığımız onun Erdi karşısında kaybedişi demek.”
“Çok zor ve karmaşık bir durum, biliyorum yaşamadan anlaması zor, anlamasam da hep yanındayım.”
“Ben de hep yanındayım. Seni seviyorum.”
“Ben de seni seviyorum.” Bir süre sonra yeni mesaj geldi.
“Seninle baş başa olmayı çok özledim, yarın bize gelebilir misin?” Zeynep’in içi heyecanla doldu. Sınav senesi olduğundan iki senedir ilişki içerisinde olduğu sevgilisi Kerem’i görmeyi unutur olmuştu. Dershanede görüşüp sohbet ediyorlardı bazen de ailesinin uğramayacağı kadar uzaklara gidip geziyorlardı. Ancak Zeynep, o lanet sınav yüzünden, artık dışarıya çıkmaya zar zor izin alabiliyordu.
“Çok güzel olur, bir yalan uydurup okuldan sonra gelmeye çalışırım. Ancak çok kalamam, anca üç saat.”
“Ya sen yeter ki gel, gerisine bakarız.”
“Ailen nereye gitti?”
“Büyük dedem hayatını kaybetmiş, onun cenazesine gittiler, iki gün Adıyaman’da kalacaklar.”
“Allah rahmet eylesin. Cenazenin üstüne buluşmasak mı acaba?”
“Adam doksan yaşındaydı bir de yakın değildik zaten bu yüzden ben çok etkilenmedim, ailem de öyle. Hürmet gösterdikleri için gittiler.”
“Anladım. Ben artık uyuyayım. Kafam bavul gibi oldu.”
“Tamam canım. İyi geceler.”
Zeynep de Kerem’e iyi geceler mesajı attıktan sonra telefonu kapattı. Kerem’e sıkıca sarıldığını ve öpüştüklerini hayal etti. Bir süre sonra uykuya daldı.