Duyduklarım, bir arayışın temsili gibi. İçeride dönen kavgaların özeti gibiler aynı zamanda. Bir ruh arada kalmışsa eğer, elini bir yerlere uzatmayı içgüdüsel olarak ister. Kimi zaman en yakınına tutunur. Mana bulamazsa kaçar tekrar kavgaya tutuşur. Başka manalar arar kendine el uzatabileceği. Bulamazsa eğer çığlık çığlığa mana arayan ruhunu uyuşturucularla sakinleştirmeye çalışır. Ne manası var ki şu zıkkımların demeden evvel neden kullanıldığını da düşünmek gerek. İnsanlar çoğu zaman zorunda kalır. Bu demek değildir ki zorunda kalınırsa bu iş meşrulaşır. Yanlış her durumda yanlıştır ve mazeretler üretip içine atlamak asla doğru değildir. Meselenin derinliği vardır. Kendine özgüdür herkes ve yanlışları kişinin parmak izleri gibidir. Her hata herkeste aynı durmaz. 

Elini uzatıp medet uman faniyse eğer, elin uzandığı yer çok başka bir şey olmalıdır. İbrahim (a.s.) “Faniyim, fani olanı istemem.” diyerek ruhun aradığı mananın yine ruhun ait olduğu yerle alakalı bir yer olduğunu öğretmiştir. Ruh baki, cesetler zamana karşı hükümsüzdür. Ruh, özünü arar. Nihayet varacağı yerin özlemini bize her gün haykırır. Aradığı mana cesetlerde değildir. Bu yüzdendir ki eman dileyip el uzatılan ellere yetişilse bile kazanılan tek şey yeni bir pişmanlıktır. Üst üste binen pişmanlıkların ardından ruh susar. Uyuşturulmaya bile ihtiyaç duymaz. Hani küser ya insan kendine. “Burada işim ne?” der kendi kendine. Ruh ışığını kaybedince geriye bu sorular kalır. Cevapları netken göz kördür. Ruhun kaybettiği ışığın ardından karanlık çöker cesedin her yerine. Küsüp kenara çekilen küçük bir çocuktur artık ruh. Ceset yürür, ruh bakmaz önüne. Elinden alınan manaya varmak için atılmayan hiçbir adım ilgilendirmez artık onu. Varsın cesedin uzattığı eli başka bir ceset tutsun, o asıl mekanına varmayana dek çıkmaz saklandığı yerden. 

Rotası olmayan gemilerin tavrı neyse denizde, cesedin hayatın içindeki rolü de aynen öyledir artık. 

Kaybedileni aramayı bırakmak isyanın ateşini harlar. Madem mana yoktur, o halde isyan etmek neden yerinde bir hareket olmasın? Kafa tutulması gereken biri olmalıdır etrafta ki oklar üzerine atılsın. İçeride sırada bekleyen tüm sorular yağmur halinde hedefe varsın. 

Hedefin adı konmaz. Ama bu dünyadan da olmaz nedense. Hayalet olur, hayalet yönetmen olur, odanın hayaleti olur... Yokluğunu inkar etmez, etse hedefini kaybeder. Lakin adını koyamaz. Kaybettiği cevapların arasında olmalıdır, dönüp bakmaz. Gözle görülmeyen her şeydir o. 

Ruh, soruların sahibi cesedin üzerinde hakimiyetini kaybettiğinden peş peşe hedefe savrulan hiçbir sorunun önüne atlayamaz. Kenardan sessizce izler. “Ne zaman bitecek?” Saatinin dolmasını bekler. Eğer becerebilirse özür dileyecektir. Dilleri varırsa durumu anlatıp cesedi koruyacaktır. Nankör olan cesedin hak etmediği her şeyi yapmaya hazırdır. 

Bazı şeyler için sadece “böyle olması gerekti” diyerek aradan çıkmak en yerinde tavırdır. Yukarıda anlatılan ruh ve cesedin kavgası her zaman her yerdedir. Bunlar görüldüğünde mana verilemez çoğu zaman. Fark edilirse de müdahale etmek çok doğru olmaz. Kul ile rabbi arasına girmek nahoştur. Soruların hedefi sözde hayalet, kulun kendini bulmasını bekliyordur belki. Rabbim sabrı sınırsız, merhameti tartışılmazdır. 

Gemilerimi batırıyorsun diyen kuluna şefkatle rızkını veren, onu doyuran rabten daha merhametlisi olamaz.