ses olsun diye açık bırakılan televizyon
bas bas bağıran o haber spikeri
sessizce oynayan belgesel
göz kapaklarına vuran
ve fakat seni hiç rahatsız etmeyen o gölgeler
tanıdık geliyor mu sana hiç?
hep ışığı yanık olan o koridor
kapıya bırakılan o ayakkabılar
hiç kaldırılmayan, köşede öylece duran
salondaki o kahverengi, eski battaniye
her daim tozlu olan o ünite
ocaktaki o küçük çorba tenceresi
birkaç eski bulaşık
tezgahta duran peynir
zeytin ve bayatlamış ekmek
etrafa dağılmış kırıntılar
kapısı hep kilitli olan o arka balkon
tuvalet dolabındaki
artık kime ait olmadığını bilmediğin
ama atmaya elinin gitmediği
eski diş fırçaları
her sabah uyandığın güzel
ve fakat sana hiçbir şey hissettiremeyen
o manzara
balkonun soğuk ve
yer yer çamurlu beton zemini
demirliklerin soyulmuş mavisi
bi' zamanlar tertemiz olan
çiçekli ve solmuş masa örtüsü
yanının hep soğuk kaldığı o koltuk
hiç boşaltmadığın o küllük
rüzgarda uçuşan siyah, bakkal poşetleri
bir dağ misali yığılan izmaritler
çöpe atmayı unuttuğun
ucuz bira şişeleri
ve hiçbirinin yerini alamadığı
içindeki, en derinlerindeki
o his
o hissin adı ne?
tek kelime
dokuz harf
ve
üç hece
sen söyle,
o hissin adı ne?