Bir adım ötesini göremiyordum, garip olan bundan hoşlanıyordum da. İnsanların benim için ne düşündüğünü umursamadığım aşamaya ne zaman geldim bilmiyorum, eskiden böyle şeyler hakkında düşünürdüm. Şimdi ise düşünmüyorum. Çünkü böyle şeyler bir anda olmuyor. Uyanıp, umursamayan bir insana dönüşmüyorsunuz. Bir ülke gibi, yavaş yavaş laik ya da yavaş yavaş otokrat oluyorsunuz. Sanırım içinde yaşadığımız ülke gibi biz de kendimizin de nasıl bu hale geldiğimizi fark edemiyoruz.


Bazı anılar oluyor kesik kesik, bazı kişiler oluyor kendilerine göre hep iyi bize göre ise şeytan .

Bir sabah oluyor aynısın, diğer sabah aynısın diğer gece ise biraz batmışsın.

Sonra bir daha battığını hissettiğinde o kadar da canın acımıyor.


İşte Azra'nın gidişe de böyleydi. Bana sadece bok içinde olduğumu hissettirmeye yetti. Çok hayattan kopuk olduğumu söylediğinde bu canımı da çok acıtmadı. Hatta kendime hak verdim bile diyebilirim. Şimdi her şeyi bir anı olarak hatırlıyorum ve uzaktan da bakabiliyorum. O gün de pek acı vermemişti.


Bir şey yapmamıştım,öylece durmuştum. Öylece durmanın nesi kötü? Bir şeyler yapmanın nesi iyi? Hiç anlamamıştım. Eskiden kitap okurdum, yapılacak listelerim vardı ve akşamdan önce uyanırdım. Azra geldiğinde ben daha onarılabilir olmuştum. Onun her dokunuşu beni ehlileştiriyor, vücudumun uyanışı gibi insanlığa dair ne varsa sanki onu da uyandırıyordu.


Yavaş yavaş kavgalar başladı. Kafasında olan ıssız adam portesiyle yaşamanın günlük hayata pek uygun olmadığını anladı. Ben bir şey vaat etmemiştim ve onun rahatlığıyla günden güne daha geç uyanıyorum. Hala onunla sevişirken yaklaşıyordum yüzeye. Dudakları beni uyandırıyordu, bir kahve gibi huzur veriyordu.


Bunları ona hiç söylemiş miydim? Ben ve hayat arasında hiç karşılaşmadığım bir köprü olduğunu. Ona pek bir şey söylememiştim. Ona bir şey söylememin gerekmemesini istemiştim. Susabilmek istemiştim. Bu bencilce miydi? Biriyle bir batağı paylaşmak istemek.


Bir kedimiz vardı, adını 'hiç' koymuştuk. Bize 'hiç' olduğumuzu hatırlatsın diye. Ne kadar saçma. Ne kadar sonu belli.


Kediyi de almadı, beni de bıraktı. Ben içimde olan hiç, beslediğim hiç. Kalakaldık.