Ah nasıl varır dilim söylemeye bunları

Mürekkep nasıl da usulca bıraktı kendini kağıda

Seviyorum dediğinde sevebilse

Ve unuttum dediğinde unutabilse insan

Duyumsayabildiklerini duyumsamadan seçebilse

Ben de biliyorum ne söyleyecek sözümüz

Ne de tek bir sebep kalırdı nefes almaya


Kar yağdığında üşümese insan

Ve ihanete uğradığında yıkılmasa en sarsılmaz surlarından

Ne anlamı kalırdı doğan güneşin, yakılan ateşin

Başka nasıl farkına varırdık, içimizde doğurup büyüttüğümüz derebeylerinin?


Ah siyahın içindeki beyaz ve beyazın içindeki siyah

Ey imgelerin sarsılmaz temeli

Karşınıza geçip nasıl eğip bükeyim kelimeleri

Utanmadan bir noktasından yakalayabilmişim gibi hakikati

Şafak sökmeden önceki karanlıktan mı

Güzden sonraki bahardan mı açayım sözü?


Karşınıza geçip ilk imgeyi ben buldum, demek isterdim şimdi

İlk şiiri ben yazmak isterdim

Daha bulunmadan yazı

İlk nokta konulacak cümleyi ben çoktan duvara kazımış olurdum

Ah ne çok söylenmiş her şey

Ve ne çok söylenmiş olacak her şey


Başı olmayan zamanın en başında

Tanrı elmayı yasaklarken

Son ısırık ağzımda göz göze gelmek isterdim onunla

Şeytanın kulağına ben fısıldamak isterdim isyanı

Peki hangi dille, hangi iradeyle?

Görüyorsun, görüyorsunuz, değil mi?

Kelimeleri yan yana getirirken bile

Sonradanlığın esiri olmaktan kurtulamıyorum

Ne çok çaresizim

Ve ne çok çaresiz kalacak sonrakiler


Ama yine ben biliyor olacağım

Kuyunun dibinde de, altın tahtın üstünde de

Sürüde olan da benim, sürüye tuzak kuran da

Yine ben biliyor olacağım

Ne övgüden başka bir şey bilmeyen melekler

Ne de isyana secde etmiş şeytanlar

Düşmanına aşık olabilen

Aşkına ihanet edebilen ben

Tanrının tek oyun arkadaşı

Nefes alan, yaşayan

Ve bilebilen ben

Ve başkaldıran ben