— Şu amınakodumun topunu atacak mısın artık embesil?

— İnsan gibi söyle atarım.

— İnsan gibiiii mii! Sen insan mısın lan yavvvşşşşşşşşak!

— Siktir git piç.

— Sen siktir git orospu çocuğu.

— Sensin orospu çocuğu.

— Oğlum küfür etmeyin amınakoyayım ne malsınız ya.


Kahramanımızın çocukluğundan bir alıntı. Eminim ki bu alıntı hikâyenin adını gayet iyi açıklıyor. Kahramanımız biraz daha büyüdükten sonra -on beş yıl, merak etmeyin hapishanede geçmedi- değişen çevresinin etkisiyle küfür etmeyi yavaş bir şekilde bıraktı. Hâlâ öfkeli olduğu anlarda içinden sövüp saymasına rağmen çok nadir bir şekilde duygularını sözcüklere döküyordu. Bu ilk başta onun için büyük bir sorun olmasına rağmen -çünkü kendisini kelime yetersizliğinden dolayı ifade edemiyordu- sonradan alıştı. Bu alışkanlık onun için bir maskeden başka bir şey ifade etmiyordu, insanlar küfürsüz yaşıyor, ay ninini, tatlım, canikom, kanka, dostum falan gidiyorlar ama birbirleri arkasından demediklerini bırakmıyorlardı. Kahramanımız da bu duruma uyum sağlayamadığı için mümkün olduğunca az konuşuyor, az konuşunca da öz konuşmuş oluyordu. Daha çok aklı havada bir imajı olmasına rağmen insan davranışlarını tahlil etmekten başka bir şey yapmıyordu. Üniversite hayatının verdiği değişimle artık küfürlerin cinsiyetçi yönlerinden kurtulmaya çalışıyor, zaten oradan kurtulunca da ortada küfür kalmıyordu pek. Salak, aptal, eşek… Bunlarla da fazla bir şey yapılmazdı. Yıllar geçtikçe hep içinden sövüyor; zam politikalarına, yönetim biçimlerine, dünya düzenine, zenginine ve yoksuluna etmedik küfür bırakmıyordu. Öfkesi gittikçe büyüyordu. 


Mezun olduktan sonra küçük bir inşaat firmasında işe girmiş, şantiye hayatının o karmaşık çetrefilli yapısıyla biraz olsun sanki kendine yaşayacak bir ortam sağlamıştı. Tek bir sıkıntı vardı o da şuydu: Yabancılaşma. İşçiler onun çocukluk arkadaşlarından farklı değillerdi, onlara bakınca alternatif geleceğini görüyormuş gibi oluyordu. Kendisi artık efendi bir okumuş insan olduğu için onlarla baş etmesi biraz zordu, kendini onların yanında kadınsı -yanlış bir hissetme biçimi bence- hissediyordu. Ama ne kadar aptal olduklarını görünce onlara acımaktan başka şansı yoktu. Bir ara şöyle demişti onlara: "Sendika boş iş, baksanıza hakkınızı savunmuyorlar ki boşuna para veriyorsunuz, onlar da sizi sömürüyor, kötü günler geldiğinde göreceksiniz." Bunu derken o insanların başka seçeneği olmadığının da farkındaydı, toplu bir ahlaksızlık söz konusuydu. Herkes birbirinin emeğini sömürüyor; yozlaşma, ahlaksızlık olağan bir durum halini almış, yapmayan suçlu görünüyor, üstüne kendilerini enayi gibi hissediyorlardı. İyiliğin bir utanç haline geldiği bir çağ diye düşünüyordu, William Shakespeare bile bundan bahsediyordu. Dünya kesinlikle iyi insanlara göre bir yer değildi neyse ki karakterimiz de o kadar iyi değildi. Onun aptalca bir iyiliği vardı. Ve bu aptalca iyilik onun asıl kötülüğünü yansıtıyordu. Merhametsiz.


Günlerden bir gün çalıştığı inşaatın kaba işleri devam ederken 32’lik çaplı donatıların yerine 24’lük koymuşlardı. Kolon donatıları olduğu için mühendisimiz "Kesinlikle olmaz." dedi, işçiler ise 32’lik kalmadığını patronun dediği gibi 24’lük koymaları gerektiğini söyledi. Donatı adetini de arttırmamışlardı, bundan dolayı mühendis "Baştan yapın şu kolonu." dedi işçilere, işçiler de yanaşmadı bu işe, o sırada patron geldi. Mühendis "Yapamayız bunu." dedi, patron ise "Ya sen yenisin zaten ihaleyi alalım diye öyle gösterdik, bir sıkıntı çıkmaz ki, ne olacak. Vallahi zarar ederiz böyle giderse, işçilerin maaşını ödeyemeyiz bak." dedi. Mühendis hiç oralı olmadı "Projede neyse o olacak." diye diretti. Küfür etmemek için kendini zor tutuyordu, herkes 24’lük donatı koyma taraftarı iken bir tek o 32’lik diyor ve bu hem işlerin başına iş çıkarıyor hem de patronun cebine zarar veriyordu. Eğer buna izin verirse bunun devamı geleceğini de biliyordu, ondan geriye tek adım atmadı. "Bak oğlum senin maaşını ben veriyorum, her şeyden ben sorumluyum, sen yapmazsan işini kaybedersen başkası gelir yapar, yapı denetim zaten sıkıntı çıkarmaz, olan sana olacak, gel etme vazgeç şu inadından." dedi patron, yüzünde ufak bir tebessümle. "Ama yeter sikerim belanızı, bu ne rezillik amınakoyayım benle taşşak mı geçiyorsunuz orospu çocukları, ben yokum arkadaş istifa ediyorum, al götür 32’likleri ananın amına sok piç kurusu." dedi patrona, herkes şok olmuştu, beklenmiyordu bu. "Ne diyorsun lan sen?" dedi patron, "Git ananın amına sok diyorum, hatta lazımsa geleyim de beton dökeyim. Hatta seni o deliğe sokup öyle beton dökeyim ki çıkma piçin evladı seni." İşçilere dönüp "Oğlum siz de ne eşeksiniz embesil cahiller, allahınız yok mu sizin, gittiğiniz cumalar ne içindi?" dedi. Bareti patronun yüzüne fırlatıp gitti… Rahatlamıştı yüzüne serin bir yaz yağmuru değmişçesine ve kiraz çiçekli etekli kadınların bacaklarını okşayan o tatlı rüzgâr, boynunu yalıyordu...