Önündeki kutuyu kaldırmak üzere küçük bir adım attı, eğilip ağır kutuyu dizleri abartılı bir şekilde titreyerek yanıbaşındaki masaya koydu. Büyük ve tek bir manevrayla kutunun kapağını açtı, öteki eliyle kutunun içinde yatan çiçeği aldı. Yüzünde çiçekler açtı. Reverans ederek elindeki çiçeği etrafında sel olup akmakta olan kalabalığa tuttu. Tam mesai saatiydi, yerin altındaki metronun yerin üstüne çıkan yürüyen merdivenlerinin önünün insan seli saatiydi. Herkes bir ısınıp bir soğuyan havanın yarattığı kafa karışıklığında en kolay seçimi yapıp siyah giyinmişti. Altı milyonluk şehir, altı milyon kişinin katıldığı cenaze namazına yetişmeye çalışıyordu. Kimse gülünü almayınca, doğaçlamaya döndü. Abartılı mimikleriyle en somurtkan haline büründü ve çiçeği ortadan ikiye kırıverdi. Elleri iki yanında yumruk olmuş öfke ile savrularak adım atarken az evvel kutuyu üstüne koyduğu masanın ayağına çarptı ayağı. Yaralı ayağı havada, kendi etrafında zıplaya zıplaya dönmeye başladı. Uzun süredir kahvaltısız mideyle ayakta durmanın da verdiği yetkiye dayanarak dönerken gelen baş dönmesi ve mide bulantısını buyur etti kendisine. Durdu. Öylece durdu, sanki izleyen varmış da durması abes olacakmış gibi bir utanmayla ellerini göğüs hizasında kaldırdı, parmakları olabildiğince açıktı. Sanki zaten insan selinden duvarlarla çevrelenmemiş gibi camdan bir duvarı yokluyordu, sonra solundaki, sonra sağındaki, sonra tepesindeki. Kafesteydi, duvarlarsa cam değil betondu, kafes daralıyordu. Tutmaya çalışsa da kafes her yönden sabit bir hızla merkeze doğru küçülüyordu. Ellerini vücuduna yapıştırıp kamburlaşmaya başladı daralan kafesin duvarlarıyla. Ekşimiş yüzünden sımsıkı kapadığı, kaçınılmaz sonu beklediği o anda bir gözünü açtı. Sel devam ediyordu. Diğer gözünü de açıp hınçla etrafına baktı. Bakışları yalnızca onu çevreleyip sıkan kafesin duvarlarını değil, etrafında akmakta olan seli de delip geçiyordu. Bacaklarının arasındaki balyozu avuçladı sapından, bir sarkaç gibi sağına soluna sallandırıyordu. Her darbesinde onu sıkıştıran duvardan birer karış mesafe alıyordu. Artık balyozu kaldırıp savurabileceği kadar genişlemişti kafes. Savurdu tüm gücüyle ilk önce solundaki duvarda. Balyozun kafasının duvara çarpmasıyla gelen Newton’un tepkimesi bir dalga halinde önce ellerinde, sonra dirseğinde, sonra omzunda, sonra tüm gövdesinde sırayla dalgalanarak yayıldı. Kendine geldikten sonra elindeki balyozu usulca bırakıp oluşan yarıktan dikkatli bir biçimde önce sol ayak, sonra sağ ayak geçti. Terlemişçesine alnını elinin tersiyle silip uzunca bir nefes verdi. Gözüyle sürekli takip ettiği gişelerde yer alan kırmızı ledli saate bir kez daha baktı. Vakit gelmişti. Yine şık bir reveransla ve gelmeyen alkışlarla arkasındaki gerçek masanın altına koyduğu çantasını aldı ve sele katıldı. Yeryüzüne çıkar çıkmaz belediyenin tuvaletine kentkartını okutup geçti. Titreyen elleriyle çantasını çorba gibi karıştırıp ıslak mendil paketini çıkarıp yüzünü tokatlarcasına silmeye koyuldu. Beyaz boya zaten beyaz teninin üstünde çabuk sökülürken, siyah kalemle sınır hatlarını çizdiği kırmızı dudaklarını ve yeşil gözleri ne kadar bastırsa da tam olarak çıkmamakta inatçıydı.

Bir süre sonra tuvaletten çıktı, taksi durağındaki banklara oturup çoktandır hak ettiği sigarasını yaktı. Zihni, gösterisindeki gibi şeylerle doluydu, sadece onun dokunabileceği şeylerle. Eski sevgilisini özlediğini fark etti bir an. Her ne kadar biterken, özgürlüğünü kendine rağmen elde edebilmeyi başarmış hissettiyse de kimse nasıl olsa biter diye sevmeye başlamazdı ne de olsa. Yine de utandı içindeki bu istenci fark edince. Bin ayrılmanın bin birincisinde akıllandığını hissettiği ana ihanet etmiş gibi utandı. Aslında utanmaktan çok, yetersiz hissetti. Sanatını yeterince iyi icra edememişti, okulunda yeterince başarılı olamamıştı, çalıştığı dershanede yeterince arama yapamamış ve yeterince müşteri çekememişti, patronuyla yeterince cilveleşememişti, babasına yeterince iyi bir evlat olamamıştı, kalkıp gitmesini yeterince bilen bir sevgili olamamıştı. Eniştesinin belediyede kültür merkezleri ve sanat eğitimleri şube müdürlüğünde özel kalem müdürü yardımcısı arkadaşı olmasa, onun da sosyal kampüs idari ve teknik hizmetler şube müdürlüğünün katındaki güvenliğin amcaoğlu olan kültür ve sanat şube müdürlüğü genel sekreter yardımcısı ona bu işi de ayarlayamazdı. Bu onun tutkusu değildi ama insanların bunu onun tutkusu olarak görüp saygı duymasını hatta ona hayran olmasını diliyordu içten içe. Sonraları her "mesai" bitiminde metronun çıkışındaki taksi durağının bankına oturup sigara içişlerindeyse dıştan dışa ağlamaları oldu. Makyajını akıtmayacak, dışarıdakilerin duyamayacağı ve göremeyeceği sakin hıçkırıklı ağlamalar. Sigarası biteli çok olmuştu. Eli yandı.