Duşa girdiğinde karmakarışıktı, aslında. Ağlamaktan göz yaşları kalmamıştı, ama ne hikmetse gözleri hala doluydu. En ufak bir şey bile onu tekrar ağlatmaya yeterdi. Sıcacık suyun altına girip derin nefesler alarak ağlamasını yutmaya çalıştı. Her şeye rağmen hayat devam ediyor, aptallık yapıp ağlamaktan vazgeç diye söylendi kendine. Ama o an kendini bir o kadar umutsuz hissetti. Kalbinde binbir sızıyla duşunu aldı. O kadar uzun süre duşta kaldı ki su boş yere akıyordu. Su aktıkça sanki ondan alıp götürecek acısını zannetti, ama kalbi hala sızlıyordu. Su giderinden akıp giden suları bir süre seyretti. Bornozunu hızlıca üzerine geçirip banyodaki aynanın karşısına geçti. Ayna buhardan görünmüyordu. Eliyle aynadaki buharı sildi. Bir süre aynada kendisini inceledi, saçlarından damlayan sular lavabonun kenarını ıslatmıştı. Upuzun saçlarını yavaşça havluyla kurulamaya başladı. Saçlarını çok severdi, ama o an eline makası alıp kesme isteği doğdu içine.
Tam elini uzatıp makası alacaktı ki güm güm vuran dış kapının sesiyle kendine geldi. Gelenin ablası olduğunu düşündü çünkü onu merak etse etse ablası merak ederdi ya da çok sevdiği kankası. Kankası yaşadığı üzüntü ve acıyı bildiği için onu rahatsız etmemesi gerektiğini de biliyordu, o yüzden tek ihtimal vardı o da abla. Hızlıca üzerine bir şeyler geçirip kapıya doğru yürüdü, "kim o?" diye seslendi. Dışarıda heyecanla bağıran ablasının sesini duydu.
"Açsana kızım kapıyı."
"Abla duştaydım, dur açıyorum."
"Telefonun günlerdir kapalı, meraktan öldüm!"
"Migren atağım tutmuştu, bende ses gürültü istemedim, kapadım," diye geçiştirdi. Aslında dediği kısmen doğruydu; ablası yaşadığı ve yitirdiği aşkını bilmiyordu. Ablasına güvenmediğinden değil, aslında onu anlayamayacağını bildiği için anlatmamıştı.
O sırada ablası da içeriye girmiş ve kapıyı kapatmıştı.
-Nerdesin sen, günlerdir madem migrenin tuttu, bi haber verseydin!
-Senden adam olmaz, ölsen haberimiz olmayacak.
-Sonra neden kimse benle ilgilenmiyor diye ağlama…
Ablası binlerce şey söylüyordu o an. Ama onun aklında olan tek şey hala saçlarını kesip kesmemekti. Ablası kendi kendine konuşuyor, kendi kendine cevaplıyordu. Konuşmaktan yorulmuş olacak ki ablası koltuğa yığılıverdi.
"Cemre, Cemre, hey duydun mu benim söylediklerimi?"
Duyuyordum aslında ama kâale almadığım için çok da önemsemiyordum. Aklım hala karmakarışıktı. Gidip gitmemek arasında kararsızdım. Ne zaman üzülsem, arkama bakmadan giderdim, ama öyle bir şeydi ki, bu gitmek bile anlamsızdı aslında. Ablam neyse ki susmuştu, üzerimde hala bornozumla odama doğru yürüdüm. Kalsam da, gitsem de, beynimdekiler, kalbimdekiler hep oradaydılar. Ruhumda yara açan her şey, her anı, her yaşanmışlık…