Yanlış anlamıştık birbirimizi fakat doğrusu için çabalamayacaktım. Gözlerimi kırpmadan baktım yüzüne. Bir çehreyi saklayabileceği en güzel maskeyle örtmüştü, yalnızlıkla. Adına kader dediğimiz, metafizik kavramlarla yaşamaya çalıştığımız dünyanın kilitli çekmecelerinden birinde bulmuştum onu. Tanrım beni kendi kurşunumla vurmuştu.
İradesiz göz bebekleri yeterince güçlüydü yüzüme yansırken. Ondan bana akan her parça güçleniyordu. Benden ona akan her parça beni zehirliyordu.
Silahı o kadar sıkı tutuyordu ki parmak boğumları beyazlamıştı. Ya beni vuracaktı, ya kafasına sıkacaktı. Çünkü gitmeyecektim. Beni bağlasa da durduramazdı. Kimse beni evimden uzaklaştıramazdı. Bakışından, bunu bildiğini biliyordum. Gülüşünden anlıyordum. Onu seviyordum ama kendimden çok değil. Bağımlılıklarım arasındaydı ama ilk değildi. Sancılı gecelerim olmuştu. Sabahı yakalayamadığım, güneşi göremediğim. Ağlamak bile istemediğim, gözümden tek yaşın düşmediği geceler. Tutunduğum o değildi.
Sözlerimizi en yanlış şekilde aktarmıştık birbirimize, göğsüme yaslanan silah bile daha doğru hissettiriyordu. Ama gözleri saklanamazdı. Mermiyi silahın ağzına verdi. Bakışmayı kesmedik. Onun ellerinden gelecek bir kötülük beni korkutmuyordu. Bu, ölüm olsa bile. Ben onu ne zaman sevdim bilmiyorum. Ama sanırım beni öldürmeye karar verdiğinde sevdim onu. Ona ihanet ettiğimde sevdim onu.
"Son bir şey, kendini affettirecek bir şey söyle."
Fısıltısıyla çığlık atmak istedim ama maskem çatlamadı. Savrularak duvarlara vuruyordu içim. Dışım dümdüzdü. Gururu bana olan aşkından fazlaydı. İhaneti sindiremezdi. Sineye çekemezdi. Beni öldürmezse geceleri uyuyamazdı. Ona bu kötülüğü yapamam. Tanrım beni savunurken öldürüldü. Bana acıyacak kimse kalmadı böylece. Böylece ölebilirim huzurla. Gözlerine bakarak ölebilirim. Başka bir ölüm hayal etmedim. Göğsüme yaslı silaha uzandım, beyaz elinin üzerinden kavradım silahı. Tetiği çektik. Patlayan tek şey silah değil artık. Kalbim ve ruhumla beraber, sevgim.