-Patlıcan üç lira, biberler yeni toplandı, sana beş olur.  

-Tamam, dedi kiracım. Alacağım, birer kilo hazırla abi.  

Berber dükkanımın hemen üstündeki iki gözlü evimde kalıyordu. Babamdan kalmıştı bu ev bana, satmayı düşünmemiştim, amel defteri kapanmasın, biraz hayır duası alsın diye, ederinin çok altında bir miktara kiraya veriyordum. Ben de hala taksitlerini ödediğim, ayın sonunu zor getirdiğim, üç artı bir evimde kısır karımla yaşıyordum. Çocuklarımızın olmamasını kayınvalidem dışında kimse dert etmemişti. Her gelişinde baş köşeye kurulup ayak ayak üstüne atar, laf sokmaya çalışırdı. Biz ise halimizden memnunduk. Baba anne olacağız diye fazladan tuttuğumuz iki odayı günübirlik kiraya veriyorduk. Gece uyandıran bebek sesi yoktu, bez piyasasını takip etmiyorduk, bizim işimiz düzgün kiracı bulmak, iyi fiyata rahat geçinmek idi. Evin taksiti olmasa geçinirdik de. Ama borç belimizi bükmüştü, bir türlü rahat nefes aldırmıyordu.  

Poşetlere fazla fazla doldurduğum sebzeleri kiracıma uzattım, elimle tartmıştım, iki kiloyu geçiyordu. Kiracım memnun bir şekilde gülümseyerek on lira uzattı, para üstünü beklerken halimi hatırımı sordu. Bildiğin gibi, bıraktığın gibi minvalinde cümleler geveledim. Dükkanı kapatınca yukarı gelsene, diye teklifte bulundu.  

-Biraz dertleşelim abi, karnı yarık yapacağım, rakı da var. Hem baba ocağını özlemişsindir.  

-Tamam karıma haber vereyim geliriz, dedim. 

Selamlaştık, o evine gitti, ben de dükkana girdim. Annemin bahçesinden toplayıp gönderdiği sebzeyi, burada dükkanın önünde satıyordum. Çok bir getirisi yoktu, elimdeki her fırsatı paraya çevirmek istiyordum sanırım, annem görse beni babam zannederdi. Üzüleceğini biliyordum, o yüzden bu; ben, karım ve komşularımız arasında ufak bir sırdı. Annem babamdan çok çekmişti, babam tutumlu bir adamdı. Yemez, içmez ha bire parasını katlar dururdu. Hoş, bunlarla akıllı yatırımlar da yapsaymış keşke. Belki o zaman sayılı zengin ailelerin içinde olurduk. Ama o sadece köydeki evi, beş para etmez hiçbir cazibesi olmayan sebzeleri yetiştiren çorak arazileri almayı tercih etti. İpe sapa gelmez insanların yaşadığı bu mahallede de berberlik yaptı durdu, şimdi ben kaldığı devam ettiriyorum. Annem beni mühendis sanıyor.

İkinci göz odayı da nasıl bir boşluğuna geldi ve yaptırdı hiç bilmiyorum, anneme sormuştum hala inanmadığım şu cevabı vermişti: 

-Sana hamileydim.  

Eğer bu doğruysa şunu anlıyordum, babam hamile kadınlara dayanamıyordu, odasını ayırmak istemişti. Çünkü çocukları sevmezdi, iyi bilirim. Babalarının tıraş olmasını bekleyen zavallı arkadaşlarım, berber kapısında beklemek zorunda kalırdı. Babam içeri almadığından değil, en çok müşteri karşısında boynu kıldan incedir, içeri giren çocuğa rahat vermediğinden ve sürekli iş buyurduğundan.  

Dükkan beş gündür tertemizdi, en son müşterim eski komşumuz olan bir amcanın alzaymır karısıydı. Kadın olduğunu da unutmuş, beni berbere götür demiş. Geldi dikildi aynanın karşısına, beni güzelce tıraş et derken çenesini sıvazlıyordu. Ben bu kadını pek tanımam, yeni evlendiler. Eski eşi felçti, sonra öldü gitti, adam birkaç yıl yalnız yaşadı sonra bu teyzeyle evlendiler, düğün yapılmamış, sade bir nikahla... Evliliklerinin ikinci yılında kadın hastalanmış, adamdaki de ne şans ama. Kendisi hala dinç, tansiyon dışında sıkıntısı yok.  

Koca kadının sakalı olacak değil zaten, bıyığı bile yok, saçları dökülmüş. Toplasan toka tutmaz. Yine de kalbi hoş olsun diye uçlarından kestim. Yüzüne köpük sürdüm, jilete benzer bir şeyle köpüğü sıyırdım. Mutlu mesut gittiler. Adam, sonra hesaplaşırız dedi, hala ortalıkta yok. Dükkan fuzuli masraf, her gün geliyorum, süpürüp siliyorum, klimayı hiç kapatmıyorum neredeyse, ayaklarımı da masaya uzatıp açıyorum televizyonu. Eşim uğruyor arada, elinde bir kap yemekle geliyor. Kapıda karşılayıp içeri buyur ediyorum, o yemeği tabağa boşaltırken ben de ekmek almaya fırına gidiyorum.  

Eski müşterilerimize ne oldu bilmiyorum, babam öldüğünden beri işler kesat. Gelenin ertesi gün de sırf muhabbet için geldiği bu işlek yer, artık çok sessiz. Babamın ablak suratında her ne bulduysalar, cahilliğini görmezden geliyor, bir gizemi çözer gibi peşini bırakmıyorlardı. Oysa ben öyle miydim? Okumuştum, her konuda az buçuk fikrim vardı; siyaset tartışırdım, popüler dizileri takip ederdim, piyasayı bilirdim, halktan ayrı veya üstün görmezdim kendimi. Nabza göre şerbet vermek en iyi olduğum şeydi. Adamın kelinden, tuttuğu partiyi öngörürdüm. Dükkanımı evi belleyeceklerine emindim, insanlar benim müptelam olacak, her gün bir bahaneyle tıraş olmaya gelecekti. Ama hiçbir şey dilediğim gibi olmadı. Babam öldü, saç sakal moda oldu. Veya babam işinde ustaydı, ben hala çıraktım.  

Yağmur atıştırmaya başlamıştı. Gece boyu devam edeceğim der gibi gök gürlüyordu. Karım yağmuru sevmezdi, bugün ne yemek sipariş etsem diye düşünmeye koyulmuştum. Sonra zaten bir yere davetli olduğumu hatırlayıp dışarı çıktım. Biber ve patlıcan kasalarını içeri taşıdım. Açlığımı yatıştırmak için dolmalık bir biber seçtim, çünkü en çok onları severim, tişörtüme sildim ve yedim. Az sonra dükkanın kapısı açıldı, içeri karım girdi. Pardösümü kafasına geçirmiş, ayağında babetleri, selamsız telaşla tuvalete gitti. Bu sırada masanın üzerine bıraktığı pardösüyü pek de ıslak olmadığından, askılığa asma gereği duymadım. Saçını başını düzelterek yanıma geldi, yanaklarımdan öptü, bugün yemek yapamadım, dolap boştu, dedi. Ama şanslıyız ki kiracımız çağırdı, diyerek güldü. Nereden haberi olduğunu sordum. Uyuyormuş, telefon sesine uyanmış, kiracı, kocanı da al gel, yemek hazırlıyorum demiş. Yağmur yağacağını bilseydim kabul etmezdim diyor, ama yolu yarılamıştım, geri dönmek de ayıp olurdu. İyi yaptığını düşünüyorum.  

-O zaman çıkalım mı? 

Karım onaylıyor kapıya yöneliyoruz, masadan pardösümü kapıyorum, yağmur şiddetlenmiş, delmek ister gibi bir hızla asfalta inip duruyor. Karım kolumu tutup beni durduruyor. Biraz bekleyelim diyor, bu yağmurda çıkamayacağını biliyorum. Ama bu nazı niyazı çekmek ister bir halde değilim. İki adımlık yer diyorum ona, yine de içeri geçip oturuyor. Beş dakika içinde geleceğimi söyleyerek babamın evine gidiyorum. Kiracım belinde mutfak önlüğü elinde bulaşık eldivenleri ile beni karşılıyor. Hayırdır abi erkencisin diyor gülerek. Zoraki gülümseyip, yemek hazırsa dükkanda yiyelim mi diyorum. Yağmur yağıyor, bizim hanım telaşlı, en uygunu bu olacaktır diye ekliyorum. Kiracım oldukça hassas, anlayışla karşılıyor, mutfağa gidiyor. Evimiz hala eskisi gibi, boyası eskimiş sadece. Elinde bir tencereyle geliyor ,kolumun altına sıkıştırdığım pardösüyü kapı kenarına bırakıp tencereyi alıyorum, sen in ben geliyorum diyor. Söylediğini yapıyorum. Karım beni görünce ayaklanıyor, tencereyi masaya bırakıyor. Birer sandalye çekip kiracıyı bekliyoruz. Yaklaşık on beş dakikayı buluyor gelmesi. Pardösümü almış üstüne, düğmelerini iliklemiş, benim cüssemin yanında ufacık kaldığından kaybolmuş, yüzünü seçemiyoruz. Şap şap giriyor içeri. Karım düğmelerinin iliklerini çözüyor, ben içinde gizlediği tepsiyi alıyorum, üç bardak, üç tabak, iki çatal koymuş. Cebinden rakı şişesi çıkarıp karıma veriyor, bu da epey iş gördü derken pardösüyü askıya asıyor. Eldiven ve önlükten kurtulmuş, mor bir elbise geçirmiş üstüne, ayağında parmak arası terlikleri var. Kiracımız masanın başına kuruluyor, tabaklarımıza yemekleri bölüyor, oturuyoruz. Çatalları bana ve eşime uzatıp, eliyle yemekten zevk aldığını söylüyor. Karnımız doyana kadar ses etmiyoruz, şişeye kimse dokunmuyor. Sonra bardaklarımızı doldurup müşterileri tıraşlarken oturttuğum koltuklara geçiyoruz; bunlar deriden, eski ama rahat koltuklar. Yan yanayız kendimle ilgileniyorum. Saçım sakalım birbirine girmiş. Tüm malıma, servetime rağmen evsiz gibiyim. Yanımdakilere bakıyorum. Karım, kopyam. Pijamasıyla kalktığı gibi gelmiş, saçlarını tepeden toplamış, kısa saçlarını kulağının arkasına sıkıştırmış. Soluma dönüyorum, kiracım dışarıyı izliyor. Hafif kilolu bir kadın, esmer tenine mor renk yakışmamış, saçları kıvırcık, her zaman olduğu gibi açık bırakmış.  

Karım sözü aldı; 

-Canım bu mahalleden sıkılmadın mı? Kim yaşıyor belli değil, hiç canlı değil, akşam beş olmadan çocuklar eve kapanıyor. Baksana bizim dükkana, esnafa bari hal hatır sor, o da yok.  

-Haklısın, diyor kiracı. Taşınmak istiyorum ama nereye gideceğim, kira fiyatları belli. Sizin gibi bir ev sahibini arasam bulabilir miyim? 

Karımın lafı nereye getirmeye çalıştığının farkındayım. Dolabının boş olmasından, yeni ayakkabılar alamamaktan sıkıldı. Babamın evini satmak istiyor. Kibar birisi olduğu için lafı uzatacak.  

-Arasan ya, aramayan bulamaz derken sevgili eşim, lafa atlıyorum.   

-Bakın ne buldum. Bizim küçük oda boşaldı. Oraya taşın, kirası daha düşük. Gül gibi geçiniriz ,bize karnı yarık yaparsın hem.  

Karımın iri gözlerini açıp bana baktığından eminim. Kiracımdan kafamı çevirmiyorum, o epey seviniyor. Yüzü ışıldıyor, bir anda kalkıp bana sarılıyor. Gerçekten mi gerçekten mi, diye gereksiz heyecanla yinelerken benden ayrılıp karımı öpüyor.  

-Tabii ki gerçek. Yarın evi boşaltabilirsin.  

Ellerini çırpan kiracımız dükkanın içinde sekerek turluyor. Tamam, diyor kızarmış yanaklarıyla, pardösünü alabilir miyim, yarın getiririm diyor. Artık ev arkadaşıyız. Kafama vurma isteğimi tutuyorum. Pardösümü paylaşmaktan nefret etsem de ses etmiyorum, bulaşıkları tepsiye doluşturup evinin yolunu tutuyor. Karım uzaklaşmasını bile beklemeden ayağa fırlayıp benden hesap soruyor.  

-Orası bizim kilerimiz, diyor adeta inleyerek. Annenden gelenleri orada depoluyorduk. Şimdi ne yapacağız? Tek gelirimiz patlıcanlar, bilmiyor musun? Bunu nasıl yaparsın. Bir de daha düşük kira mı! Açlıktan ağzımız kokuyor be adam.  

Karımın sakinleşmesini bekliyorum, birkaç dakika içinde dinip oturuyor. Ona planımı anlatıyorum. Seni seviyorum diyerek sarılıyor bana. Yağmur dinmeden gitmek zorunda kalacağımızı söylüyorum. Endişeyle kasılıyor yüzü. Pardösüyü verdiğim için pişmanım. Yağmur mümkünmüş gibi daha da şiddetleniyor, bu sırada gök gürlüyor ve elektrikler kesiliyor. Mahallede ışığın olmadığı tek yer bizim dükkan. Parasızlık canımı sıkarken, şişeden birkaç yudum alıp karıma uzatıyorum. Kalan rakıyı tek dikişte bitirip geğiriyor ve elinin tersiyle ağzını siliyor. Kapının önüne gelip el ele tutuşuyoruz. Kapalı yazısını açık ile değiştiriyorum. Camda yaşlı bir adam ve suratsız bir kadın var, bize kapıyı açıyor.