Yolun ortasında kalmış bir kedinin cesediyle karşılaştı. Etrafındaki kan kurumuştu, sinekler uçuşuyordu üstünde. Bir arabanın kornasıyla korkup yolun kenarına kaçtı. Kalbi o kadar hızlı atmıştı ki dinlenmek için eve gitmek istedi bir anlığına. Sonra yoluna devam etti.


“Pisi pisi… Gel pisicik, gel.” Onu çağıran küçük çocuğa doğru ilerledi. Sevilmeye hasret kalmıştı zaten ama çocuğun bacağına sürtündüğü anda çocuk, onu kuyruğundan sıkıca tutup fırlattı. “Iskaladın, girmedi çöp kutusuna.” Çocuğun arkadaşları etrafta gülerken kedi kendini güvenli bir yerde hissedene kadar koştu.

Bir veterinerin önüne geldiğinde durdu. Aslında yarın aşı günüydü. Evden kaçtığı için sevindi yeniden. Yarınki aşıdan kurtulmuştu. Artık hiç aşı olmayacaktı, aşıdan kurtulmuştu. Tüyleri de istediği kadar uzayabilir hatta karışabilirdi. Tırnakları da kesilmeyecekti artık. Karşısına çıkan her ağacı tırmalayabilirdi, kimse ona kızamazdı.


Bu sevinçle meydana çıktı. Her taraf güvercinle doluydu ama hiçbir kedi pençesini geçirmiyordu onlara. Demek ki belediyenin koyduğu mamalar sandığının aksine daha lezzetliydi. Güvercinlere yem atan insanların arasından geçip mama kabını aradı. Evde ne güzeldi, hep aynı yerdeydi mama kabı. Artık bu değişime alışmalıydı. Belki de bazen mama kabını bulamadığından aç kalacaktı.


Köşedeki heykelin önünde mama kabı ile su kabı bitişik duruyordu. Beslenmek için gittiğinde heykelin arkasından bir kedi çıktı. “Sen buradan değilsin,” dedi. “Gerçi kimse buradan değil. Burası han gibidir, herkes gelir geçer. Eğer kalıcı bir yer edinmek istiyorsan ara sokaklardaki evlere dadan. Seni her akşam artıklarıyla besleyebilirler ama burada çok gezinme. Yoksa görevliler alır ve barınağa bırakır seni.” Kedi gittiğinde eğilip mama kabından yemeye başladı. Sonra da içine ağaç yapraklarının düştüğü sudan içti. Kendini yalayıp temizlerken patisinin artık ev gibi kokmadığını fark etti. Demek ki sokak kedisi olabilecek kadar gezmişim, diye düşündü.


Birçok sokağa açılan bu meydanda durup hangi sokağa sapacağını düşünürken bir başka kedi gelip heykelin kucağına atladı. Kendisi hiç bu kadar uzun bir atlayış yapmamıştı çünkü evde çıkabileceği yüksek yerler sınırlıydı. Denemek istedi, bu yüzden heykele doğru döndü. Zıpladığı anda heykelin dizine karnını çarpıp yere düştü. Kedi, ona nispet yaparcasına kucağına oturduğu heykelin göğsüne yanaklarını sürttü. Buradaki kediler, podyumdaymışçasına burnu havada geziniyordu. Sinirlenip köşedeki bir ağaca tırmandı. Kimsenin onu görmediği bir anda rahatça dinlenmek istiyordu. 


Uyandığı zaman hava kararmıştı. Meydan bile yitirmişti onu canlı tutan kalabalığını. Ağaçtan indi. Güvercinlerin gitmesine şaşırmıştı. Gece olunca onlar da gökyüzünün karanlığında saklanıyordu belki de, havada asılı kalarak.


Yerde kalmış yemlerin ortasında durdu. Ara sokakların fısıldayan ağızlarına baktı. Tehlikeyi duymaya çalışıyordu. Dünyanın güvenli olmadığını ve bunun da köpekler yüzünden olmadığını çoktan anlamıştı.

Bir sokaktan kediler birbirlerini kovalayarak çıktı. Oraya gidilmez, diye düşündü. Kedilerin kedilere saldırdığı bir yere bu kedi kılığıyla gidemezdi. Acaba bir su birikintisinde kendilerini görünce de saldırganlaşıyorlar mıydı?


Bir başka sokaktan cılız bir kedi, çok ağırmış da kendini taşıyamıyormuş gibi yavaşça çıktı. Oraya da gidilmez, diye düşündü. Belki salgın hastalık vardı… Veterinere verecek parası yoktu. Hiçbir sokak kedisinin veterinere verecek parası yoktu. Kimsenin ne işi ne de hırsızlığı vardı. Hepsi kendi halinde yaşar, hastalanır ve ölürdü. Sahi, o bu kadar yalnız kalmayı istemiş miydi? Komşu çocuklarından kaçtığı gibi evdekilerden de kaçmak istemiş miydi tüm bunları göze alarak? Ona, sadece pencereden gördüğü sokak yetmemişti. Belki birkaç perde daha açılsaydı, camlar daha geniş olsaydı…

Diğer sokağa, elinde şişeyle salına salına girdi biri. Oraya da gidilmezdi.


Geriye tek bir sokak kalmıştı. Kıpırtısız duran sokağa doğru ilerleyip önüne düşen iri gölgesine baktı. Gölgesini hiç bu kadar kocaman görmemişti. Belki de büyüdüm, diye düşündü.