Vurdumduymaz birkaç şey söylüyorum. Güneşin önünde debeleniyor hissizleşmek. Hissizleşmek bir ömre yayılıyor ve artık herşey değişiyor.


"Bu yeni bir evre S. Atlattım bir sayıya daha varırken. Herşey bitiyor, hiçbir şey bitmese de...

Yepyeni bir adım var artık. Hissizleşmek..."


Yokuş bitiyor. Yokuş başlıyor. Tekrar çok. Tekrar, bir biçime dönüşüyor. Değişiyor yokuş, büyüyor ve hissizleşiyor. Bu yokuşta tek kalmak ve soluğum kesilircesine yürümeye devam etmek, bir adıma kırgın, bir hayata kırgın, düşe ve inanmaya kırgın. 


Diyorsun ki sen hissizleşmiş bir S. 

Diyorsun ki:


"Hepsine örttüğün perdeleri kaldır! Perdeleri kaldır!

Perdeleri kaldır! 

Burda kızıl ve mavi bir karanlık arasından güneş henüz varken, sonbaharın dökülen yaprağı gibi dur o ağacın altında. Şayet yaprak hissizleşirse o zaman hissizlikte yalnız olmayacaksın.

Ama önce otur!

Önce dökül!

Önce ölmeyi göze al!

Ve

Perdeyi kaldır!"


Bunu önce aklım, bunu önce kalbimle kavrayıp ağzımdan çıkan cümleye ekliyorum. 


"Perdeyi kaldır! Sessizliğin çıksın dışarı..."


Şimdi bir küçük sandalye koyup yabancı bir odanın tam ortasında, henüz bir kalabalık yokken etrafımda, henüz onlar gibi davranmadan, mutlu olmaya zorlamadan kendimi. Hissizliğim boyunca ellerimi açıp, göğsümün üstüne bırakıp, kendime sarılıyorum. Bir çiçek gibi olmayı ve oturmayı öğrenen okuldaki ilk okul çocuğu gibi bir ciddiyetle güneşe bir "çiçek" gibi dönüyorum yüzümü... Boynum yere mahçup bakışlarla. Gözlerimin ne hissettiğini hiç anlamayacağım. Hissizlik önce oraya bulaştı çünkü. Ama Ellerimi biliyorum. Ne istediğinin farkındayım artık. Ellerimi bir kez daha iki yana açıp bir kuvvetle tüm perdeyi açıyorum özgürleşsin diye mavi ve kızıl bir güneş...


"Perdeyi kaldır!"

Bu iç sesim, bu dolup taşan iç sesimle...


Bir perdeyi çekiyorum her yerden. Herşey olduğu gibi gözüksün istiyorum gözlerime. Yine de bir yerde gerçekle çelişeceğimi biliyorum ama. Ayak uçlarımdan yayılan soğuğu unutup sonbaharın gelişini üstüme aldığım bir hırka ile karşılayarak dönüyorum pencereye. İnsan hüzünlüyken uzun bakışlarla dalar pencerelere. Henüz güneş sımsıcakken tadını çıkarıp, maviye ve kızıla bulanmış gökyüzüne başımı kaldırıyorum. Sonrası bir suskunlukla hep. 

İkindi bir güneşi yavaş bir nefesle tenime çekip o sustuğum yerler, beynimde kurgulanan anlar, sorulara dönüşüp bakışlarıma yansıyor.


"İnsan, nasıl bir yanılgıdır akşama." Bu cümle sesli değil ama sesliymiş gibi geziniyor hücrelerimde.


Ufuk büyüyor. Gün bitiyor. Akşam geliyor. Ve o yalnızlık artıyor...

Şimdi ikindi bir güneşe bırakacak özlemler kendini. 

Bir yaş daha atlatacak, bir yüzün yaşlılığına sürüp ellerimi, saçımda belirginleşen beyazlara bir ah çekeceğim.

"Sahiden otuz'a çok az kalmış hayatımla hala ne yapacağını bilmeyen çokça şaşkın ve yorulmuş halimle bu ben miyim? 

Evet bu sensin S." diyen keskin bir cevap. Ne henüz yolun yarısı ve ne henüz kendine bir kenar bulmuş kalbimi nereye koyacağımı bilmeden. Hissizliği içinde yayılan bir hastalık gibi ruhumda takılıp kaldığım yerleri önemsemeden artık. 


Dönmeye başladım her yerden. kendimi onarmak için. Bir eşya gibi... parçalarını kaybetmiş bir saatin, zamanın geri gelmeyeceğini kanıksasam da. Hiçbir şey geri gelmeyecek. Sık ve normal bir cümle gibi kullanmaya başladığım son zamanlarda, herkes gibi olmaya ve kullanmaya başlıyorum. 


"Bu bir evre S. Burda en çok Hissizleşmek. Ve an'lar eskiyecek her gün. An'lar eskiyecek..."


Beni itekleyecek zaman bir belirsizlikle. Başka kırgınlıkları edinip bir boşluğa daha yer açacağım kalbimde. Alışmış yüzüm o güneşe ve bitmeye. Kaç kişilik bir yalnızlığı biriktirmeye koyulacak ellerim. Sonra dokunacağım avuçlarıma. Kendini belli eden pişmanlıklar bir hatıraya gidecek ve canı yanıp geri dönecek kırgınlığının kabuğuna. Burda duracaklarla, orda bitmiş olanlar arasında ne kalmadıysa onu düşünecek. Herşeyi bekleyen eşyaların yeri gibi dünyada önce bilecek kalmayı. Alışacak ve yerinde dikenler kuşanacak bir başka beklemenin sınırında. Adını en çok nerde tekrar ettiyse oraya bir cevap ve oraya bir soru bırakıp. 


"Tamamlan ve yarımı unut." diyerek geçen yıllarla geçen hasarlar hesaplanacak. Eksildiğin çok çıkacak. Seni tamamlamış olmak bu kadar eğri. Seni tamamlayan bu kadar eğri çünkü. Bir düz değil bu yol. Oyuk bil. Oyuk bil içinde kapanmayacak yaraları. Telaşın göğsünde hep baki. Telaşın yine de seni koruyacak başka yanılgılardan. 


Ama önce perdeyi kaldır!


İşte güneş! 

karşında ve ikindi bir yangını düşüyor pencereye. Bakışını al götür o özlemleri dindir. Bir daha asla uğramadan geçmiş zamana. Yenilgini sakla şimdilik. 

Yüzünü sabit tut! 

Bakışın uzaklara gidecek. Biraz kıracak şu dağlarda bir bulutu. Akacak bir rüzgara. Esmeyi öğrenecek. 

Bakışını tut! 

Ellerini bir ezberden çek ve yeni bir boşluğa alıştır. Kuruyan çizgilerini göster ve de ki güneşe: "Buraya bir yer henüz kullanılmamış, buraya yeşil bir vaat, buraya suya inanmış bir yalan.

Ağaçlardan çokça faydalanmış bir hafıza kaybı. Ağaçlara tutunmuş viran bir bahçe gibi... 


Bilmeyenleri tut! Onu sakla bir sırrı ifşa etmesin dilin. Koru korkunç nefretlerden. Bakışını tut! ama hep önce bakışını ve ellerini tut. Güneş değecek...

Güneş değecek. İnanmasan da güneş değecek artık...


Fiyakalı bir söz bulup, gerçekten sıyırarak, elde yeni buluş gibi yeni haliyle içimdeki bu boşluğu cümleyle maskeleyeceğim şimdi bu evrede...

"Gerçeği kurguya dönüştürmeden kimse kabul etmez" gibi düşünüp ardından, değiştireceğim o yaralı yerlerin sözcüklerini. Biraz boyasam, romantize etsem bilirim ki yanlız ve en çok kendimi kandırırım gerçeklere dönerek sırtımı.

Olsun! Kime ne! Gerçekle kurguyu bir tuttuğum. Çünkü gerçekler ölüm kadar keskin ve net yeryüzünde. "Kurguya gitmek zorundayım" diyen o yüzler içimde bu yüzden. Dayanabilen değilim buna. Gerçekle düşünmeye ve kurmaya bir cümleyi. 


Yüzünü tut burda!

Pencere ikindi bir yangını doğuruyor bir batışın sonunda. Yavaş bir heyecanla dönüyor dünya. Herşey biterken yeni kırgın bir başlangıcı sus burda. 

Pencereni tut! 

Burasında yüzlerini ve bakışlarını alıştır.

Sonbahar ne kadar güzel ama hangisi bu yüzü bana yansıtmadığı?


Yine de duracaksın! Herşey böyle sırayla işliyor. Acele etmiyor doğa. Kış gelecek. Duracaksın. Fırtına gelecek duracaksın. Yağmur gelecek duracaksın. Rüzgar gelecek duracaksın ta ki yine bahara geldiğinde gitmeye başlayacaksın...


Peki sen gelecek misin? 

Kendine gelecek misin onca ayrılıktan sonra? Düşün ve yüzünü tut bu pencerede! 

Sorularını bildiğin, cevaplarını beklediğin bu karmaşa ortasında bir ikindi yangını güneşini sür tenine. Dokun ve çek içine. An ölüyor, an bitiyor. Sarıl! geçmiş olacak çünkü herşey.

Perdeyi kaldır!

Sessizliğin çıksın dışarı..

Hissizliğin evresindesin! 

Perdeyi kaldır!