Sanırım zaman kayıp. Bir ip cambazı kadar dakik ve fazla, ses ve beden değiştirdi, yürek ve soğuk atlattı, bir maymunun kabarık kürkünde ölü bitleri sayarken biz, kayıp olan, ürkek tavrımızda ‘haşim’ boşluklardan sıyrılmış, terlemiş yağ dolu dokularda yüzlerce boktan sır için debeleniyorduk, ‘’sanırım zaman buralarda bir yerde olmalı’’ diyorduk.
Zaman, alışılagelmiş tüm kodlarını, renkli, donuk ve afili kıyafetlerini, zihnimizin boş bir merdiveninden tepetaklak atarken, bitirmeliyiz diyordu gür ve acımasız duyulan sesi. Bir yeniyetme arzusu da denebilirdi elbette, ama şimdi ıssız sokakların lambası bozuk, cansız kalmış dip köşelerinde, bir piramit gibi yükselttiğimiz kaygıyla debeleniyorduk, ama şimdi hiç olmadığımız kadar tarafsızdık, kayıp zamanın pespaye çocukları.
Sanırım bazı işler gözden geçirilmeliydi, eksik, kemirilmiş sayfaları yenilerine aktarmalıydık, gözlüklerimizin camlarını mikrofiber bezlere sürtmeliydik, maske iplerimiz halattan mı olsaydı yoksa kendini kaybetmiş delilerimiz gözümüzün önünde mi, sanırım depo niyetine kullandığımız ne varsa sarı eldivenlerimizle talan etmeliydik, büyük fare kovucu spreyler ve küçük ışıltılı gözlere yakıcı kimyasallar, zamanı o zaman arkamıza almalı, tanrım biz buradayız bize acı her şeyi yaptık!
Birileri çıkıp diyor ki her şey zaman dışı anlarda bozuldu, onu yerken soluğunuz kesilmişti ama geri döndüğünüzde yıkık yanık viraneyle karşı karşıya geldiniz. İşte zamanın merhametsiz çocukları, eser size ait değil. Zamanın gür sesi bitirmek istediğini buyuruyor. Bir çocuk ağlarken belki her şey anlamsızdır, ama o vakit açlığınız için zaman geriye sarıp duruyor, kirli halılarda bağdaş kurup yâd ettiğiniz gençliğiniz, belki acımasız birkaç girişim kalmıştır, devirdiğiniz şişeler yenisiyle yenilenmezken, zamanı beşe almak için ümitsiz bir çaba, beşibiryerde düğünler için sahte bozukluklar, kablolu kulaklıklarınız muhatabınızın ağzına sokuşturulmuş, birilerinin çıkıp dedikleri zamanın gür ve kayıtsız duyulan sesi içinde kesildi.
Her işlevi bozulmuş, aksayan organ başına bir bakır. Zaman yanılgılar için geç olduğunu buyuruyor. Her şeyi bırakıp dediğimiz yerde, sudan çıkmayı düşündüğümüz gün, tekniğin ve hapsolmuş teknolojinin içinde girdap gibi dönen buluntular bir sarımtırak plağın cızırtılı sesi gibi, kana susamış ellerimiz, fetüsü geçmişinin canlı ve kıvrak boyutuna indirgemek için, daha fazla su içtiğinde anne, olacak diye haykıran ağzımızdan leş köpükler yastığa dökülüyordu.
Konuştuğunda inançsız duyulan sesi şimdi yoktu. Sanırım zaman kayıp diyorduk, ilk patlamanın olduğu yere sıkışmıştır nereden bileyim onu arayacak zamanım var mı, onu arayacak, onu kavrayıp peşim sıra sürükleyecek kuvvetim, ona iki laf edecek ağzım, dişlerim, beni zamanın acımasız, kayıtsız, inançsız duyulan sesinden tarafsızlığımı taçlandırarak, gizli ve güçlü bir aygıt, zararlarını def edecek, tabutumda köpek gibi havlamadan, mezarımın üstüne işetecek, zaman kayıpsa kayıp!
Anlamsız yargısına kavuşmuş kolları ve ayakları titremiyor, zargana öğlen uykusuna yatmış, tıpkı sıcak soğuk dengesini din laboratuvarında çürütmüş, pazar tekerleğini yuvarlamış heyecanlı kıllı adem, babamıza şükürler olsun, kravatın iplerini elden geçir, tanrıya değil zavallı karanlığa, ZAMAN KAYIPSA KAYIP!
Gelen/Kalan ne olmuş lütfen bir bakıver. Belki zaman gelmiştir. Kırık ayaklarımıza deva sunacaktır. Çatlak, tutmayan ellerimizi koynuna götürüp ısıtacaktır. Bir deri bir ceset kaldık, artık tencerelerimiz tütmüyor, altınlarımız cesaretini kaybetti ve madene inen tek bir babayiğit çıkmadı. Belki zaman gelmiştir. Bize bunu söyleyin, artık çuvallamanıza izin vermeyecek, düşünmeyecek, yanmayacak, titremeyecek, yazmayacak, çizmeyecek, ama cennet de cehennem de siz misiniz, diz çökmeyecek, ayakta dikilmeyecek, dürüst vatandaşlarım, bir daha güneş çıkmayacak kara deliğinizden, bir daha güneş batmayacak.