Çürük asma köprünün üstünde aşağı bakıyorum.


Orta yerindeyim. Dönerken olabileceklerle ilerlerken olabileceklerin bir farkı yok, varabilecek kadar şanslı olmam ihtimalinin getirileri dışında.


Ne getirecek?


Tepemdeki eğik ve çatlak çatının alışılmış konforunun yeterli olmadığını anlayıp devam edersem, sıcak bir evin garantisini kim vermiş ki bana?

Dünyanın ne borcu var ki bana?


Aşağısı kötü, aşağısı karanlık. Aşağıda sevdiğim kim varsa ağlıyor sadece. Aşağıda çok kötülük etmişim herkese, kapanmayacak bir yaraya mahkum etmişim.

Ama bakmıyor ki yukarı aşağıdaki kimse.

Sormuyor ki neden düştüm aşağıdaki kimse.

Köprünün hiç mi suçu yok?

E halat niye doğurmuyor?


Ben mi abartıyorum diye sık düşünürüm, önce kendimi sorgular ve çuvaldız yerine bir kazıkla taçlandırırım bu objektifliği. Her şeyin bokunu bir parça çıkarırım, denge bulmakta iyi değilim.

An itibariyle daha kötüsü, köprü de bunun farkında.


Arada şakalaşırdık arkadaşlarla, "Bizi ormana atmışlar da kurtlar büyütmüş sanki, öyle bir pehlivanlık" diye. Bir başınalığın romantizmi de bu kadar oluyor düşününce.

İyi de, gerçekten öyleyse, ne diye korkuyorum ormandan böyle?

Hangi ağacın dalı iter beni üstünde uyurken, buradakilerin aksine?

Hangi meyveyi koparsam dalından, mideme oturacak bu göğsümden kalkmayanlar gibi?

Toprak yüzüne vurmaz yediğini, nehir suyunu çok görmez kursağına.

Kim bakacak incir yaprağından başka sığınacak yeri olmayan kıçıma, namus kavramınızı ne bilsin doğa ana?

Kira + depozito 70.000 isteyeceğini sanmam mağaranın, daha çok ışık alıyor üstelik inanır mısın?


Zor oluyor yarı tanrılık, faniden yiyince en okkalı küfrü.

Sırtın çimen görünce nişan gibi durmuyor yakanda pehlivanlık artık.


Hiçbiriyle, hiçbir şeyle, hiç kimseyle barışamadığım için barınamadım burada.

Hiçbiri, hiçbir şey, hiç kimse de zahmet edip dinlemiyor, dinlenmiyor aralarda.

Yoruldum, devam edemem, bekle diyemiyorum herkesin yetişecek bir yeri olunca da.


İstemeyince almadım neticede, orası açık. Aleni suçlamıyorum kimseyi.

Kendime verdiğim değeri gördüm hayattan da.

Kendime layık gördüklerimle oturuyorum bu yatakta.

İçerisi sigara kokuyor çünkü evin havasının temiz kalmasını umursayanlardan olmadım. Giydiğim kıyafet ütülü olsun istesem, karşımda bu yığılı temiz çamaşır dağı yükselmezdi herhalde.

Daha iyi beslenirdim belki, kabaktır, fasulye, efendime söyleyeyim brokolidir.

Şey var, brüksel lahanası.

Portakallı kereviz.

Kerevizin kabuklarını soyup küp küp doğrayın. Kerevizin kararmaması için limon suyun içinde bekletin. İç karartısı için kezzap öneririm, el altında bulunmuyorsa muadili çamaşır suyudur sorun olmaz.

Artan limon kabuklarıyla derzleri ovarsanız güzel sonuçlar alabilirsiniz.

Limon kabuğuyla 45 dakika boyunca sert hareketlerle alnınızı ovun.

Daha sert.

Soğanı yemeklik doğrayın, bu sizi şaşırtmasın henüz yemeyin. Önerilmez.

Havucu da ince ince doğrayıp zeytinyağı eklediğiniz tencerede soğanla birlikte kavurun. Kavrulun.

Ardından üzerine patatesleri ekleyin. Tuzu çeker ama bir gram çile çekmez. Patates olmayı dileyin.

Kerevizleri de ilave ederek bir süre kavurun. Pembeleşin, morarın. Şişip kokmaya da başlayabilirsiniz (kekremsi aromaları sevenler için).

Üzerine unu ilave edip karıştırın. Ortalığı. Deadline'ı. Kahve ile bulaşık deterjanını. Neredeyim?

Kim bunlar?

Midem bulanıyor.

Bana dokunma.

Ardından şeker, tuz, portakal suyunu, limon suyunu ve suyu da ekleyin. Bekleyin.

Bilmiyorum ki.

Son olarak kereviz sapını da tencerenin ortasına koyduktan sonra tencerenin kapağını kapatın. Kaynadıktan sonra kısık ateşte yaklaşık 25-35 dakika kadar sebzeler yumuşayana kadar pişirin. 25-35 dakika kadar gırtlağınızı yırtarak çığlık atın.

Pişen yemeği dinlendikten sonra tabağa alıp servis edebilirsini

z. Afiyet olsun.

Yarrak yiyelim hep birlikte.