Kalemim beni bu kez nereye götürecek diye düşündü kadın. Ruhunun nereye sürükleneceğini bilmiyordu ama geri duramıyordu kalemini eline almaktan. Böylece başladı karalamaya çalakalem. Zihni boşalmak istiyordu belki de kontrol etmiyor sadece ayak uyduruyordu. Kahvesinden bir yudum aldı ve yazım yanlışları gözüne çarptı. Bu kadar hızlı dökülüyordu demek zihnimden cümleler diye aklından geçirdi. Kasvetli bir havada erkenden uyanmıştı. Henüz kendine gelememesine rağmen bu yazma dürtüsünü anlamıyordu. İkide bir duruyor zihnine izin veriyordu. Ne yazmak istiyor neyi dışavurma çabasındaydı. Bir hayal mi canlanacak özlemle yoksa bir zehir mi atılacak hüzünle. Neydi bu dürtü?
Kadın omzundaki gerginliği fark etti. Nasıl güçlü bir kasılma tanrım dedi. Saatler sonra kalemi bıraktı ve geriye yaslandı. Kahvesinden bir yudum daha aldı; buz gibi olmuştu kahve. Pencereden gökyüzü gözüne ilişti. Berraklaştırmak için bir şey yapayım dedi doğrulurken. Yılın bu zamanlarında Prag çok güzel gelirdi ona. Sonbahar’ın en çok yakıştığı şehir Pragtı. Sarımtırak gökyüzünde yaprakların süzülüşü lirik dansı andırırdı. Zaten her zaman Prag’ın üstünde olan o koca otantik kasvet hoşuna giderdi sanki rus edebiyatının kahramanlarının ait olduğu yerdi. Ruhunu da Prag’a benzetiyordu hatta öyle ki bunu fark ettiğinde “Prag benim şehrim. Ben Prag’ım. Bohemya ruhum. Pragken böylesine Cannes olma çabam var oluşuma karşı sürüklenişmiş meğer. Duyun beni ben Prag’ım. Cannes olmayacağım. Cannes boğuyor beni. Ben Pragken mutluyum, özgürüm” diye not almıştı. Yaklaşık üç yıl önceydi. Cannes’a ayak uydurmaya çalıştığında fark etmişti bunu. Kabullenmek büyük bir hafiflik getirmişti. Kendisini böyle seviyor uzanıp yanaklarından öpüyordu. Daldığı düşünceden sıyrıldı ve dışarıya attı kendini. Kitabını da almıştı yanına. Kafka’nın kafesine gidip saatlerce kitabını okumak istiyor dinginleşmeyi umuyordu. Yürürken arada bir gökyüzüne bakıyor ve zihninin sözlerini anımsıyordu. Omzundaki gerginliğin azaldığını fark etti zihnine üşüşen düşüncelerin azalmasıyla. Saat kulesinin yanından geçerken acıktığını hissetti. Bedenim iş başında sinyal veriyor diyerek gülümsedi. Köşeyi dönünce soldaki kafeden sevdiği çöreklerden aldı. Yol boyunca minik ısırıklarla çöreğini bitirdi. Kafka’ya ulaştığında etrafına hayranlıkla bakan bir grup insan gördü. Heyecanla kafeyi işaret ediyorlar fotoğraflarını çekiyorlardı. Turist olduklarını anlamıştı kadın. İçlerinden biri küçük bir defter çıkardı önce saatine baktı sonra kafeye, manzaraya ve havaya.. Ardından gözlerini kapatıp derin bir nefes çekti. Öyle huzurlu görünüyordu ki kadın yanına gitmekten alamadı kendisini. Defterini merak ediyor ama huzurunu bozmamak için biraz zaman tanıyordu. Turist derin nefesinden sonra gözlerini açtı gülümserken ve defterine bir şeyler yazdı. Defterini kapatırken kadın yanaştı. Pardon çok huzurlu gözüküyordunuz sakıncası yoksa ne yaptığınızı sorabilir miyim? dedi. Tabii dedi turist ve ekledi. Bu benim seyir defterim. Gezdiğim şehirlerde etkilendiğim anları not alıyorum. Yani bildiğiniz seyir defterleri gibi tanıtıcı değil; anları ve duyguları yakalamak ve kaydetmek için yapıyorum bunu. Böylece dönüp baktığımda anımsıyorum ve yeniden o ana kavuşuyorum. Zihnimde o andaki gibi orada duruyor, gözlerim etrafı izliyor, havanın dokusunu hissediyor ve yaşıyorum. Bu fikir kadının hoşuna gitti. O da bir seyir defteri edinecekti. Bunu deneyimlemek için yeni bir yer görmek bir seyahat planlamak istiyordu. Zaten bu karmaşanın içinde ruhunu kıpırdatacak bir his yakalayıp yakalayamayacağını merak ediyordu. Berrak gökyüzü için bir güneş ışığı.. Turistlerden ayrılıp bir masaya oturdu. Dinlenmeye ihtiyacım var dedi kendi kendine. Aslında içindeki bu darlığın sebebini çok iyi biliyordu ama değiştiremeyecekti olanı biteni. Hayal kırıklığı ve çaresizlik dedi en mutlu insanı bile yataklara düşürebilir. Güçlüyüm yine de. Ve öğrendim kendimi sevmeyi. Kahvesinden bir yudum alırken kitabını araladı “şimdi bir otobüs gelir biner gideriz” yazıyordu. Aklını çelmişti bu cümle. Önümüzdeki günleri düşündü planları var mıydı? Yapabilir miydi gerçekten bunu? Evet evet dedi gördüğüm turist gibi bir seyir defteri alıp düşeceğim yola. Hızlıca yudumladı kahvesini ve bildiği tur acentasına gitti. En yakın tur ne zaman? dedi heyecanla. Nereye oluğunun bile önemi yoktu yola düşmeliydi bir an önce. 2 gün sonraya son koltuğu kalan turu satın aldı. Son koltuk diye içinden geçirdi bu kader olmalı. Aslında çok kaderci bir yapısı yoktu. Seçimlere inanırdı. Ama bu kez seyir defterli turiste rastlamasını bir işaret sayıyordu. Gerekli eşyaları hazırlamaya koyuldu. Öncelikle seyir defteri almalıydı tabi. Kadın bu defterin kapağının bile onu yansıtmasını önemserdi. Öyle alalade almazdı hiçbir şeyi. Ruhundan bir parça koyardı sahip olduğu her şeye. Çok romantikti. İki gün içinde tüm hazırlıkları tamamladı. Bu uzun yolculuğun ona çok iyi geleceğini düşünüyordu. Koca valizini sürüklerken peşi sıra yaşadığı aksiliklere gülüyor yola devam ediyordu. Nihayet vardığında onca yabancının arasında bir boşluk bulup yerleşti yanında yoldaşım diyeceği adamın varlığından habersiz. Bir zaman sonra otobüs hareket etmeden tanıştılar elbet, artık otobüsün her duruşunda gözleri birbirini arayan o kadın ve o adam. İncecik patikalarda yan yana gelip –yan yana gelmeye uğraşarak- sigara? diyerek başlayan muhabbetleri için sabırsızlanan kadın ve adam. Kısacık muhabbetleri sürüp giderken günler boyunca Cannes’da kadının yalnız hissetmesiyle başlayan romantik bir buluşma gerçekleşti. İşte o gece bir kayanın dibinde kafa kafaya veren kadın ve adam artık emindiler yoldaş olduklarından. Şöyle başlamıştı gece, kadın yalnız hissedince otobüse dönmüş ve adamın orada olmasını ummuştu. Bekledi bekledi. Birden çıkınca saatler sonra karşısına adam, neredesin sen saatlerdir seni bekliyorum dedi. Neye uğradığını şaşıran adam peşinden gitti çağırdığı yere hızlıca. Ve işte o kayanın dibinde yıldızların altında kafa kafaya veren o kadın ve adam denizi izlerken bütünleştiler, orada o anda. Ruhları geçmişti iç içe. Bundan sonra yol daha güzel olacaktı. Ertesi gün otobüsün durmasıyla adamın kadına vitamin getirmesi bir olmuştu. Artık yolda adam kadını sahiplenmiş kendisine bakar gibi göz kulak olmaya başlamıştı. Rüya gibi bir yolculuk oluyordu onlar için. Bu arada kadın seyir defterini çıkarıp anları kaydetmeyi ihmal etmiyordu. En sevdiği şehir olan Roma’da maniği tutmuş yerinde duramıyordu. Tıpkı turistin yaptığı gibi havayı koklayıp duruyor ve yazıyordu. Orada o anda bulunmak öyle kıymetliydi ki. İlk kez Pariste Eyfel kulesinin ışıklarını izlerken adamın heyecanla kadının yanına sokulup yarın tüm günü birlikte geçirelim mi? demesiyle yapılmıştı plan. Sabah olduğunda adam kadını “bonjour matmazel” diye uyandırmış harika bir gün başlamıştı. Arres sokağına geldiklerinde kaldırıma oturmuş ellerinde birer sandviç ile içecek, ilk fotoğraflarını çekildiler. Ressamlar tepesine giderken metro istasyonunda kabinde çekildikleri ikinciydi. Her ikisi de saklayacaktı ömür boyunca “bu şehri seviyorum” yazan kartı. Böylece bir aşağı bir yukarı tüm günü Paris’i arşınlayarak geçirdiler. Yürüdüler, koştular, durdular, dinlediler ama hep el ele yoldaydılar. Gece olduğunda kadın ayaklarının yara olduğunu fark etti. O coşkuyla anlamamıştı bile durana dek. Sonraki birkaç gün topallayacak bazı şehirlerde kısıtlanacaktı ama kadın mutluydu. Otelden çıkamadığı akşam Amsterdam’da adam ona sürpriz yaptı. Bahçeye indirdi kadını. Ağaçların altında otururken bastıran yağmurdan adamın apar topar kadını sırtına alıp otele koşmasıyla kurtuldular. Kadının ayağındaki yara güzel bir anıya sebep olmuştu. Ardından otelin çamaşırhanesinde yıkananları beklerken sabahlamış Amelie izlemişlerdi. Kadının en sevdiği filmdi bu. Amsterdam böylesine güzel geçmişti. Kadın tüm olanı biteni masalsı diye tanımlıyordu artık. Daha önce hiç bu kadar iyi hissettiğini hatırlamıyordu. Yol akmaya devam etti el ele. Budapeşte’de kaldıkları hostelin lobisinde sabahlamış günün ilk ışıklarıyla beraber sokağa dökülmüştü kadın ve adam. Karış karış dolaştılar şehir uyanırken yüzlerine vuran bir parça güneşle. Geceden kalma bir iki mısra adamın dudaklarından süzüldü “senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım, tuttukça güçleniyor kalabalık oluyorum..” sımsıkı tutarken kadının ellerini. Tuna’ya geldiklerinde uzandılar çimlere göğe bakma durağı diye. Başladılar hayal kurmaya. Artık birdiler bir yolunu bulup bir olmalıydılar. Olacaklardı da elbet. Böylesine güçlü bir bağ kaç kere karşısına çıkardı insanın. Varlığını bu denli bütünleyen bir ruh. Seyir defterinin çıkardı kadın. Şöyle yazdı: Yol adamla güzel, adam yoldaşım. Göğe bakma durağı. İmza kadın. Ve adama dönerek ekledi: “Şimdi bir otobüs gelir biner gideriz. Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç. Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin. Seni aldım bana ayırdım. Durma kendini hatırlat. Durma göğe bakalım.”