Zehirli düşünceler ile oyunlar yaratırız. Gerçeği görsek de hayallerde yaşarız, bizler bir bedene sıkışmış ölü doğan ve ancak ölümü doğuran aşıklarız.


İçimde sakladığım kentin sokaklarında yürüyorum. Zamanın yükü omuzlarımı çökertiyor, adımlarım ağırlaşıyor. Gözlerim siyah beyaz bir kamera. Renkler uzak bu kentin sokaklarına. Kaldırımlarında kefenlenmiş bedenler. Kim bilir kaç ceset yatar göz torbalarımda? Bu içimdeki kentin insanları düşman mutluluğa. Geç kalmadım, beni bekleyen kimse yok, ağır ol adımlarım...

Veba nefeslerini kesmiş hepsinin; köşede duran bakkal ve berber, tozdan oluşmuş birer heykel. Tek bir nefese bakar dağılmaları. Dokunsan yıkılacaklar.

Benim dışımda her şey ölümünü bildirmiş bu şehirde. Donuk ve dengesizler. Bense ellerimde sürüklediğim taburlardan medet umarım. Cesetleri yumuşatırım göz pınarlarımla.

Bir cama dayarım suretimi, geçmiş zamanlarda kurulan panayırları hayal ederim. Kefenler aralanır kaldırımlarda. Bedenler yeşerir. Oynayan çocuklar ve hangimiz daha mutlu diye yarışan genç kızlar... Zaman henüz yıkmamıştır yaşamı.

Ardından anımsarım yüzümdeki çizgileri. Vadi gibi uzanırlar bir uçtan sonsuzluğa. O an hatırlarım depremlerimi. Molozların altında asla eskisi gibi olamayacak şekilde kırılan bel kemiklerimi.

Ayaklarım kaldıramaz bunca günahın külfetini. Uzanırım soğuk sert kaldırımlara. Kefensiz ve topraksız. Zaten ikisi de sarmaya yetmez bu yaşamı. Bana kargalar gerek! İçimdeki acıyı ancak oyulan gözler dindirir!

Belki onlar bile yaklaşmaz bu lanetli ruha.

Çığlık atmak isterim bir anda, o his de terk eder beni kasvetli tek başınalığa. Kimse duyamazken neye yarar çığlıklar?Muhakkak saf bir acının belirtisidir bunlar. Gözyaşlarım içime akar. İçimdeki ateş durmaksızın yanar, elbet bir ömür daha bu gözler ağlar.