Sıcak kumlar, yorgun dalgalar ve sen... Güneş gözümüzü alırdı. Uzak Doğu’dan bir ezgiyle dans ederdi saç tellerin. Bense izlerdim tanrıların içkin olduğu bu tabloyu uzaktan.
Sahi kimdim ben, patikadan koparılmış bir gül gibi ellerini süsleyen? Kimdim ben bu savaşta, birbirini ezmeye çalışan bunca karakter arasında? Sevgiliye ulaşmak adına genç şövalyelerin mektuplarına sığınan uşak mı yoksa ölümü çoktan onanmış bir politikacı mı? Sırf mutlu etmek için yaşamış ve yaşayacak olan en kasvetli sözcük hatalarının peygamberi, yanlış ideolojilerin aktörü...
Kimim ben? Ne zaman geçireceksiniz yağlı urganı boynuma? Ne zaman duracak şu düşüncelerim zamanın ırmağında?
Ah, sonsuz uçurumlar! Kasvetli çöller ve kutsal ay! Ah, keskin giyotin. Beni tam da ruhumdan ikiye yar!
Önümde uzanan yolları ne idrak edebiliyorum ne de derman var ayaklarımda. Bu kahrolası ayrılık, hayaletlerle dolu sis gibi çökmek zorunda mı mekâna?
Güneş ne zaman doğar sayın din adamı? Onu görmek istiyorum idam sehpamın baş ucunda. Mümkünse bedenimi yakın, salın küllerimi Fransa'da akan bir ırmağa. Elbet bir tanesi kavuşur Baudelaire'in ruhuna. O an ben tamam olurum. Belki irinden oluşan bir sofraya tuturum.
Bana bak!
Bak bana!
İlk defa bir insanın kellesi uçacak baş ucunda! İlk defa yok olacak bir hayal ve ben doğmamış bir çocuğa ağlayacağım. Fidan gibi temiz hayallerle yok olacağım. Ben aç gözlü gerçeğin bozkurtlarınca parçalanacağım. Ben hovarda pençeleri istemem bedenimde. Bana kargalar gerek! Gerçek gibi onların da gözlerimi, etlerimi ve hatta ucube ruhumu yırtması gerek.
Bana kargalar gerek!
Ben dalından koparılmış bir papatyayım. Sevdiğim kadının genç şövalyelere sevgisini kanıtlamak için parçalanırım. Sorarsınız neden yazarsın sonunu bildiğin aşk hikâyeleri diye, cevaplayayım:
Ben ona âşığım. Ve mürekkebin yettiğince onu yazacağım.