Mayıs ayının sonlarındayız ve Kenan'ın düğününe davetliyiz. Birkaç çift, gidiyoruz birlikte. Belli ki geç kalmışız, masaların çoğu sahipli... Siz kızları güzelce bir yere bırakıp biz erkekler arkalarda bir yerde ayakta durup hafiften sohbete başlıyoruz. Ben çocukluğundan, düğünlerden kaçmayı miras almış biriyim. Her defasında bütün gözleri üzerimde hissettiğim için utanmış ve kaçmayı adet edinmiştim. Ama artık yaşım otuza yaklaştı. Artık düğünlerin gözden ırak yerlerine gidip bir saat kadar duracak cesaretim var.
Vakit ilerliyor. Etrafı süzüyorum hafiften. Galiba tanıdık birlerini arıyorum sohbete dahil etmek için. O ara pistte oynayanlara takılıyor gözlerim. Nasıl da rahatlar. Açıkça özeniyorum onlara. Gencecik kızlar, orta yaşlarında dayılar... Sonra seni görüyorum. Yüzünde muzip bir gülümseme ile bana doğru geliyorsun. Neden bilmiyorum ama sanki benden para ya da arabanın anahtarını isteyecekmişsin gibi geliyor. Üzerimi yoklayarak birkaç adım yaklaşıyorum. Ancak sen, "oynayalım mı" diyorsun bana. O an, yüzündeki gülümsemenin sırrını çözüyorum...
Oynayalım elbette ama ben, oynamayı hiç bilmem ki... "Kurban olayım yavrum, beni zor durumda bırakma" diyen bir hazin bakış atıyorum sana. Elbet, anlıyorsun beni. Hoş, senin de oynamayı bildiğin yok... O an, belki de çekip gidecekken sen, oynayan kalabalığı bir daha bakıyorum. Kimsenin bir şey bildiği yok. Esasen orada, bir arada olabilmenin hazzı var. "Oynayalım yavru. Hadi bakalım" diyorum gülümseyerek.
Birlikte piste çıkıyoruz. Bir Ankara havası çalıyor şimdi. Sen, kollarını dirseklerinden büküp ellerini havaya doğru kaldırıyor ve bir yandan da parmaklarını şıklatıyorsun. Ben ise, sanki seni sarmak ister gibi iki yana açıyorum kollarımı. Yüz yüze bakıyoruz. Nasıl da bir çocuk gibisin ve nasıl da güzelsin... Oynarken, arada bir etrafında dönmeye başlıyorsun. Bir vakit yüzünü görüyorum senin sonra da saçlarını. Arkanı her dönüşünde iyice yaklaşıyorsun bana ve saçlarınla yüzümü okşuyorsun. İşte o an aklımda bir soru beliriyor benim; "işte şimdi, şu an, ne hissetmeliyim ben?"
Galiba başım dönmeli biraz... Ve başım dönüyor. Heyecanlanmalıyım, hüzünlenmeliyim, gülmeliyim, gözlerimi kapamalıyım... yüzüm kızarmalı, sesim titremeli, kalbim mutluluktan patlayayazmalı... Ve, öyle oluyor... Ne var şu bir avuç insan topluluğunda? Sende ne var? Şu an mesela, müziği durdurup oynamaya devam etsek, belki de deli yerine konuluruz. Ama şu garip topluluk, müziği bir efsun gibi aramıza serip tüm bu garip hareketlerimize ve bize, bir anlam katıyor. Çok kollu, çok başlı bir garip yaratık gibiyiz; anlamını kendinde bulan...
Sen işte ve senin gözlerin, kokun, saçların beni bir topluluğun parçası yapıyor. Yanındayken, utangaçlığım bir yel gibi esip gidiyor. En olmadık, en garip, en saçma yerlerde ve durumlarda bile yanımda sen varsan, bir anlam kazanmış oluyorum ben. Seninleyken, hiç utanmıyor oluşum, işte bundan...
Bu yüz yüze, bu güzel oyunumuz bitip de aşağı inerken düşünüyorum; "sadece bir an, sen olmasaydın şu pistte, nasıl da anlamımı yitirir, nasıl da her şeye yabancı hissederdim kendimi..." Ve anlıyorum ki sevmek, insanın insanla, insanın hayatla rabıtasıdır.
15 Ağustos 2022
Gültepe