Yeni çıkmış simit kokusu, soğuğu kesemeyen güneş, işe yetişmeye çalışan memurlar, çöp poşetlerini değiştiren belediye emekçileri, tramvay sesleri... Arzunun intihar etmeyi düşündüğü beşinci gün böyle akıyordu işte hayat. Adalar, sabah saati olmasına rağmen yine canlıydı. Porsuk’un kenarında birikmişti insan kalabalıkları. Bazı günler tek başına gelir, boş bank bulursa otururdu bu curcunanın içinde. Yaşama dair bir istek bulma ümidiyle izlerdi insanları.  

‘’Canım oturabilir miyim senin için bir mahsuru yoksa?’’ Sarı, kıvırcık, hafif dipleri gelmiş saçları ve güzel bir gülümsemesi vardı kadının.  

‘’Tabi tabi oturabilirsiniz.’’ 

‘’Ay valla başka banklarda da yer vardı ama bir tek senin yanın güvenilir geldi.’’ Gülümsedi kadına Arzu. Diğer banklarda erkekler olduğu için muhtemelen diye düşündü. Sarmaya başladığı tütün kağıdını ıslatarak son hamleyi yaptı ve kapattı kağıdını. Çakmak sesi insanların sesleri arasında eriyip gitti. Hiç konuşmadan içtiler sigaralarını. Sabah sporundan gelmişti belki de kadın, kafa dinlemek için bir bank aramıştı işte kendine. Sigarasını içtikten sonra çantasını aldı, iyi günler diledi Arzu’ya.

Karnında bir baskı hissettiğinde kahvaltı yapmadığını hatırladı. Simit kokusu cazip gelmişti o an, belki meyve suyu da alabilirdi. Sigarasını bitirmeden söndürdü Arzu. Taze simidini yerken yolunu uzattı, biraz daha yürüdü Adalar’da. Her zamanki gibi doktorlar caddesine sapmadı, başka bir sokaktan girdi trafiğe. Bugün bir farklılık olması gerekiyordu hayatında. Basit de olsa farklı bir şeyler.    

El ele yürüyen kadınlar, öpüşen çiftler, Mayıs ayı olmasına rağmen tenine değen ama ısıtmayan rüzgar, her gördüğünde hayran kaldığı heykeller... Eskişehir böyleydi işte, içini ısıtmasa dahi yaşamaya zorlardı seni. Hayatta kalmak zorunda hissederdin bu kaldırımlarda yürürken. Havada asılı duramazdı nefesi insanın. 

Gündüz hiç geçmezdi barlar sokağından. Ama bugün farklı bir şeyler olmalıydı. Pastanenin yanından kıvrılan, motor seslerinin eksik olmadığı o yerdeydi şimdi. Gece varlığını gösteren renkli cümbüş yoktu, kampanyalarını sıralayan asla dinlenilmeyen bar çalışanları yoktu, gündüz birası yapmaya gelen arkadaş grupları yoktu. Sarhoş haliyle yürüyemeyen, diken üstünde beklediği ve tanımadığı o kadınlar yoktu. Ruhunu revize etmiş gibiydi, belki de Arzuyla Eskişehir’in ortak bir yanı vardı. 

Daha yolu yarılamamıştı bile ama yorulduğunu hissetti. Haller parkına girdiğinde görevliler ve kendisi vardı sadece. Oyun oynayan köpekler birazdan koşturmaya başlardı belki. Şanslıysa denk gelebilirdi. Ama o şans bugün yoktu üzerinde. 

Caddeye çıktı, karşıya geçti, tanımadığı ve tanımamazlıktan geldiği insanları gördü. Adımları hızlanmıştı artık. Sevmezdi bu caddede yürümeyi aslında, ara sokaklara atardı kendini. Ama bugün farklı bir şey olmalıydı işte. 

 

 

 

Evinin olduğu mahalleye yaklaşmadan eski çalıştığı kafenin önünde durdu biraz. Yoğun değildi yine de taze gözlemeler raflara dizilirdi. Çalışanlar değişmişti ama alışkanlık olan standart gülümsemeler aynıydı. Beklemesini gerektirecek bir şey bulamamıştı. Biraz daha yürüdüğünde durmasına sebep olan yeri gördü. 

Ev yemeği kokusu, sebze kızartmaları, içkili gelinen o anlarda yenilen pilav üstü nohutlar.. Dağılan arkadaş gruplarından eline kalan güzel anılar, her şeye rağmen hatırlanmaya değer olabilirdi belki de. 

Mahalleye girdiğinde aidiyet hissi yokladı içinde. Arkadaşlarıyla sık geldiği bir kafe vardı, henüz müşteri görünmüyordu ancak sabah temizliği yapılıyordu. Başıyla hafifçe selam verdi işletmecisine. Marketin önünden geçerken telefonu titredi. Annesi arıyordu. Emin olamadı açıp açmamakta, yine de reddetmedi çağrıyı. 

‘’Kızım kaç gündür niye aramıyorsun merak ettim seni. Zaten uzaktasın.’’ 

Apartmanın karşısındaki kaldırıma oturdu yavaşça. Kelimeleri seçer gibi geçirdi zihninden. 

‘’Yorgundum annem, sınav haftası kafam dalgın oluyor biliyorsun.’’ 

‘’Kızım biliyorum da habersiz bırakıyorsun.’’ 

‘’Haklısın anne ne diyeyim? Dikkat ederim bundan sonra.’’ Göğüs kafesinin ortasından bir şeyler akar gibi oldu. Hayır şimdi gelemezdi. İstemsizce gözleri dolmaya başladığında elleriyle yanaklarına bastırdı. Annesi anlamasın diye tuttu kendini. 

‘’Anne… Seni çok özledim, özür dilerim merak ettirdiğim için.’’ 

‘’Ben de seni özledim hayatım benim. Canını sıkan bir şey mi var, kabus mu görüyorsun yine?’’ 

‘’Hayır annem iyiyim ben merak etme.’’ 

‘’Olsun sorarım ben yine de.’’ 

Telefonu kapattıktan sonra kalkamadı yerinden. Arabalar geçti, öğrenciler derslerine yetişmeye çalıştı, Kalabak su müziği çaldı, sustu. Kalkamadı yerinden. Çantasındaki suyunu çıkardığında sarman bir kedi yanaştı ayaklarına. Kuyruğunu salındırdı Arzu’nun bacaklarına. 

‘’Sen de mi susadın bi’ tanem?’’ 

Hayvanlar için sokağa bırakılan kaplardan birine suyu döktü. Kedi de peşinden gelmişti hemen. Bugün farklı bir şeyler oldu mu sahi diye düşündü Arzu.  

Bir kadına güvenli alan olabilmek, bir kedinin saygısını kazanabilmek, seni seviyorum cümlesini zor kurduğu annesine seni özledim diyebilmek... Yaşamayı sevmek nedir bilmiyordu belki ama rafa kaldırdığı hayatı geri alabilirdi belki. 

‘’Ne diyorsun bi’ tanem denemeye değer mi?’’